Şiirler

  • Eşiklerde Sallanmak

    Aramayacaksın dengeyi, öyle saplantılı bir hırsla.
    Yere sağlam basmak zorunda değilsin her zaman.
    Değilsin işte.
    Bazen sallanmak da güzel.
    Öyle kesin yargılara varmaya gerek yok ki.
    Çok inanmayacaksın mesela, kesin doğrulara. Kırılırsın.
    Çünkü hayat, inanmaktan daha çok akmaktır.
    Ve zaten genellikle hakikat, senin sandığından daha karmaşık,
    Senin onu basitleştirdiğinden.
    Çok güvenmezsen, çok hayal kırıklığına uğramazsın.
    Çok bağlanmayınca, çok kaybolmazsın hem.

    Hatta kalbini bile çok dinlemeyeceksin.
    O da yanılabilir.
    Çünkü hissediyor diye, her şeyi bilmek zorunda değil.
    Çok şey istemeyeceksin.

    İhtiyaçların kadarını isteyeceksin.
    İhtiyaçların seni yönetmesin.
    İlle de bir şeyleri kontrol edeceksen,
    Zihninin kıvrımlarını kontrol edeceksin.
    Düşüncelerini kontrol edeceksin,
    Şüphelerini, umutlarını…

    Mesela sessizlik, senin sığınağın olacak.
    “O benim.” diyeceksin.
    Mutlaka sana ait olmasın istiyorsan bir şeylerin…
    Mesela rüzgar senin olacak.
    İlle de bir şeye ait olacaksan, hislere ait olacaksın.
    Çok sahiplenmeden, çok ait olmadan yaşayacaksın.
    Hem her an değişecekmiş gibi,
    Hem de hep aynı kalacakmış gibi hayat.
    Eşiklerde yaşayacaksın. Bir adım önde, bir adım geride…


  • Kuytu Şarkılar

    Gece çökerken usulca şehrin üstüne,
    Sessiz adımlarla inerim sokağa ben.
    Lambaların altında bir gölge misali,
    Kaybolurum kaldırımların taş deseninde.
    Her bir nefeste bir anı canlanır içimde,
    Yitip giden zamanların izleri belirir.
    Yüzümde bir tebessüm, buruk bir acıyla,
    Yürürüm karanlıkta, yalnızlığımla hemdem.

    Alçak gönlümde gizli bir sızı,
    Kimseye göstermediğim bir yangın.

    Yıldızlar şahit olur fısıltılarıma,
    Rüzgar taşır uzaklara sitemlerimi.
    Bir umut kırıntısı ararım gecede,
    Belki bir ışık, belki bir melodi.

    Ay ışığı vurur yüzüme,
    Hatırlatır eski bir aşkı.
    Unutmak mümkün mü,
    O derin bakışları?
    Göğsümde bir sancı,

    Gece bir sırdaş gibi dinler beni,
    Anlar içimdeki fırtınaları.
    Alçak gönüllülükle eğilirim hayata,
    Kabullenirim kaderin cilvelerini.
    Yeniden doğarım her gece, küllerimden,
    Daha güçlü, daha kararlı bir şekilde.
    Yüreğimde bir umut çiçeği büyütürüm,
    Yarınlara dair bir inançla beslerim.
    Susarak haykırırım evrene derdimi,
    Gece bir perde örter üzerime.

    Gecenin koynunda eririm yavaşça,
    Kaybolurum yıldızların parıltısında.
    Yine bir sabah doğacak biliyorum,
    Güneş yeniden ısıtacak içimi.
    Yine bir umut filizlenecek kalbimde.


  • Geçtiğin Yolların İzleri

    Beklemek zordur, inan.
    Umutla, sevgiyle, sabırla.
    Belki de boşuna…

    Gözlerimde biriken yaşları silerken,
    Rüzgarın fısıltısı kalbime dokunur.
    Geçmişin gölgeleri uzanır önüme,
    Geleceğe dair endişeyle doluyum.

    Zaman akıp gider,
    Her anı biriktirerek.
    Kaybettiklerim var elbet,
    Ama kazandıklarım da oldu.

    Sabır, bir dervişin tesbihi gibi,
    Çekildikçe ruhumu dinginleştirir.
    Her çekişte bir dua,
    Her duada bir umut.
    Umut, yarınlara dair bir ışık,
    Karanlığın içinden sızan.
    Pes etmemek gerek,
    Yürümeye devam etmeli.
    Dikenli yollardan geçsek bile,
    Gül bahçelerine ulaşmak için.

    Yorulmak yok, düşmek yok,
    Sadece devam etmek var.
    Her düşüş bir ders,
    Her kalkış bir zafer.
    Hayat, bir sınavdır aslında,
    Sabırla, sevgiyle, umutla geçilecek.
    Ve sonunda, huzura kavuşulacak.
    Belki de sonsuzluğa…
    Ama şimdi, sadece yürümek gerek.

    Geçtiğin yolların izleri kalır,
    Hatıralar gibi, silinmez.
    Her iz bir anlam taşır,
    Her anlam bir öğreti.
    Öğretilerle yoğrulur ruh,
    Olgunlaşır, güzelleşir.
    Ve sonunda, bir gün,
    Tamamlanır yolculuk.
    Ardında bırakarak,
    Işıltılı bir miras.


  • Eskiz Defterinde Yarım Kalan Hüzün

    Bir eskiz defterinin sarı sayfalarında gizli,
    Silik bir hüzün, tamamlanmamış bir çizgi.
    Kederin gölgesi düşmüş, silinmiş hatıralar,
    Yarım kalmış bir şarkı, söylenmemiş dualar.
    Gözyaşı lekesi, solmuş bir gül yaprağı,
    Unutulmuş bir aşkın sessiz çığlığı.

    Belki bir limanın silueti, sisler ardında kaybolan,
    Belki bir çocuğun düşleri, oyuncaksız bir salıncakta sallanan.
    Belki de bir ayrılığın acısı, dökülmemiş kelimelerde saklı,
    Belki bir vedanın hüznü, el sallayan bir mendilde aklanan.
    Kim bilir hangi hikayenin yarası bu, kağıda damlayan mürekkep,
    Hangi umutsuzluğun yankısı, boş bir çay bardağında biriken.
    Belki bir yağmur sonrası toprak kokusu, özlenen bir memleket,
    Belki de bir yalnızlığın resmi, pencereden süzülen solgun bir ışık.
    Eskiz defterinde saklanan sırlar, cevapsız sorular,
    Tamamlanmayı bekleyen bir hayatın kırık dökük parçaları.

    Silgi izleri arasında,
    Kaybolan bir tebessümün hayali.

    Fırça darbeleriyle örtülmüş bir geçmiş, unutulmak istenen,
    Ama silinmeyen, derine işleyen bir yara, kabuk bağlamayan.
    Belki bir mektubun son satırları, yazılmamış bir cevap bekleyen,
    Belki bir aynanın yansıması, kendini tanımayan bir yüzü gösteren.
    Bir ressamın fırçasından dökülen renkler, solgun ve mat,
    Bir şairin kaleminden çıkan mısralar, kırık ve ahenksiz bir anlatım.
    Eskiz defteri bir mezarlık gibi, gömülmüş anılarla dolu,
    Her bir çizgi bir ağıt, her bir leke bir gözyaşı damlası.
    Bir kelebeğin kanadında, uçup giden bir umudun izi,
    Bir kuşun şarkısında, kaybolan bir sevginin yankısı.
    Eskiz defterinde hapsolmuş hüzün, serbest bırakılmayı bekleyen.

    Bir yaprağın hışırtısında, duyulan bir fısıltı,
    Bir rüzgarın esintisinde, kaybolan bir melodi.
    Belki bir ağacın gölgesinde, saklanan bir sır,
    Belki bir denizin derinliklerinde, boğulan bir çığlık.
    Eskiz defteri bir ayna gibi, yansıtan iç dünyanın karanlıklarını,
    Bir labirent gibi, kaybolunan çıkmaz sokaklarını.
    Bir fırtınanın ardından, kalan enkaz, yeniden inşa edilmeyi bekleyen,
    Bir depremin ardından, oluşan çatlaklar, onarılmayı özleyen.
    Eskiz defterinde biriken hüzün, bir gün dağılacak mı,
    Yoksa sonsuza kadar saklı mı kalacak, sarı sayfaların arasında.
    Belki de bir mucize olacak, fırça yeniden canlanacak.

    Belki bir gün bir el dokunacak o deftere,
    Tamamlayacak o yarım kalmış çizgileri.
    Yeni renkler katacak o solgun sayfalara,
    Yeni bir umut yeşertecek o karanlık köşelerde.
    Belki bir gün o hüzün, bir tebessüme dönüşecek,
    O yarım kalmış şarkı, tamamlanacak bir melodiye.
    Eskiz defteri bir gün, yeniden doğacak,
    Yeni hikayelerle, yeni umutlarla dolacak.
    Belki bir gün o ressam, yeniden fırçasını alacak eline,
    Ve o hüzünlü eskiz defterini, bir şahesere dönüştürecek.

    Çünkü bazen hüzün de güzeldir,
    Hatırlatır hayatın değerini.
    Öğretir sabretmeyi, beklemeyi,
    Ve yeniden başlamayı.

    Ve belki de en güzel eserler,
    Yarım kalmış hüzünlerden doğar.
    Çünkü onlar, tamamlanmayı bekler,
    Ve bir gün mutlaka, anlam bulurlar.


  • Dönüşümün Rüyası

    Uyandım bir sabah, tanımadığım ben,
    Aynada bir suret, yabancı, derin.
    Eski suretimden eser yok artık,
    Yeni bir başlangıç, bilinmez serüven.

    Yüzümde çizgiler, anlatılmamış hikayeler,
    Gözlerimde yangınlar, sönmemiş küller.
    Dönüşüm sancısı, ruhumda izler,
    Bir kelebek misali, kozadan yükselir.

    Biliyorum, bu yol dikenli, taşlı,
    Yürümek zor, düşmek kaçınılmaz belki.
    Ama içimde bir umut, bir inanç var,
    Değişimin gücü, beni sarar.
    Yeniden doğuşun şarkısını söylerim,
    Kaybettiklerimin yasını tutarım.
    Daha güçlü, daha bilge, daha özgür,
    Kendime doğru yol alırım,
    Dönüşümün rüyasında.

    Kabuğumu kırdım, zincirleri attım,
    Yeni bir ben oldum, eskiyi unuttum.
    Geleceğe umutla bakarım artık,
    Dönüşümün armağanı bu özgürlük.
    Hayat yeniden başladı benim için,
    Yeniden sevmek, yeniden gülmek için.


  • Kelime İşçiliği

    Bir yazarın kalemi kadar güçlüsün,
    Mürekkebin aktığı kadar derin…
    Cümlelerin kurulduğu kadar anlamlısın,
    Harflerin dans ettiği kadar özgür…
    Okuduğun kadar zenginsin,
    Yazdığın kadar cömert…
    Ne kadar susarsan sus,
    Kelime sandığının açıldığı kadar konuşkan…

    Kağıda düşen her iz kadar kalıcısın,
    Silginin izi kadar geçici…
    Ne kadar okursan oku,
    Yazdığın kadardır eserin..
    Düşünebildiğin kadar yaratıcısın,
    Hayal kurduğun kadar gerçek…
    Sakın bitirdim sanma romanı,

    Yazdığın kadar yaşayacaksın.
    Kitabın kapağındadır dünyanın sana sunduğu bilgelik,
    Ve karakterlerine değer verdiğin kadar yazarsın.
    Bir gün yalan yazacaksan eğer,
    Bırak okuyucu o yalanı gerçek sandığı kadar inansın.
    Edebiyatın büyüsündedir kelimelere duyulan aşk,
    Ve kelimelere aşık olduğun kadar onlara yakınsın.
    Unutma şiirin dizesi kadar kısasın,
    Romanın sayfaları kadar uzun.
    Kendini kaybolmuş hissettiğin kadar yalnızsın,
    Ve bulunduğun kadar kalabalık…
    Kendini kahraman hissettiğin kadar cesursun…

    İşte budur edebiyat!
    İşte budur yazmak, bunu hatırladığın kadar yaşarsın,
    Bunu unuttuğunda aldığın her eleştiri kadar yıkılırsın,
    Ve ilhamını kaybettiğin kadar çabuk unutulursun.
    Kalem açıldığı kadar keskindir,
    Kağıt buruştuğu kadar kırılgandır,
    Kitap okunduğu kadar değerlidir,
    Ve her şeyi öğrendiğin kadar bilirsin, bunu da öğren,
    Yazdığın kadar yazarsın…
    Cümleler kurulduğu kadar yaşar,
    Kelimeler seçildiği kadar değerlenir,
    Anlatabildiğin kadar anlatırsın,
    Susabildiğin kadar dinlersin…
    Edebiyat bir denizdir, daldığın kadar derinleşirsin,
    Bir ormandır, kaybolduğun kadar bulursun…
    Yazmak bir yolculuktur, gittiğin kadar değişirsin,
    Bir aynadır, baktığın kadar kendini görürsün…
    Ne kadar çok okursan o kadar çok yazarsın,
    Ne kadar çok yazarsan o kadar çok yaşarsın…
    Edebiyat seninledir, sen edebiyatla…
    Unutma, her kelime bir tohumdur,
    Ektiğin kadar yeşerir…
    Her cümle bir köprüdür,
    Kurduğun kadar birleştirir…
    Her sayfa bir dünyadır,
    Yazdığın kadar büyür…
    Yazmak, sonsuzluğa bir mektuptur,
    Gönderdiğin kadar ulaşır…
    Ve unutma, her yazar kendi evrenini yaratır,
    Yazdığın kadar evrensin…


  • Paslı Köprüde Bir Nefret Çiçeği

    Öyle kolay değildi zincirleri kırmak,
    Bir ömür pas bağlamışken her bir halka.
    Yabancıydık biz güneşe, aydınlığa,
    Alışmıştık köprünün gölgesine.
    Nefret bir tohum gibiydi içimizde,
    Her gün yeşeren, büyüyen bir ağaç.

    Öyle çabuk dinmezdi fırtına,
    Yüreklerimizde kopan, acımasız.
    Her söz bir ok, her bakış bir yara,
    Derinlerde kanayan, kapanmaz.
    Köprü bir şahitti sessiz çığlıklara,
    Birbirimize attığımız, acımasız taşlara.
    Kaderimiz miydi bu karanlık döngü,
    Yoksa bir seçim miydi nefretin yolu?
    Bilmiyorduk, anlamıyorduk.

    Öyle kolay silinmezdi izler,
    Köprünün taşlarına kazınmış, derin.
    Her adım bir pişmanlık, bir keşkeden ibaret,
    Geriye dönülmez yollarda, çaresiz.
    Nefret, bir zehir gibiydi içimizde,
    Damla damla akan, öldüren.
    Umut bir seraptı uzakta.

    Öyle hemen unutulmazdı o bakışlar,
    Nefretle yoğrulmuş, kinle dolu.
    Her an bir hesaplaşma, bir intikam arzusu,
    Gözlerimizdeki ateşi söndüremezdi su.
    Köprü bir aynaydı, bize yansıtan,
    Kendi karanlığımızı, çirkinliğimizi.
    Affetmek mi? Ne kadar uzak, ne kadar zor,
    Bilemiyorduk, cesaretimiz yoktu.
    Nefret bir zindandı, bizi esir alan,
    Anahtarı elimizdeyken açamadığımız.

    Öyle kolay değildi köprüden geçmek,
    Her adımda geçmişin hayaletleri.
    Nefret bir sis gibiydi, önümüzü kapatan,
    Geleceği göremez, umut edemezdik.
    Köprü bir sınavdı, bizi zorlayan,
    Aşabilir miydik bu engeli?
    Belki de imkansızdı.

    Öyle çabuk filizlenmezdi sevgi,
    Nefretin kuruttuğu topraklarda.
    Her dokunuş bir ürperti, bir güvensizlik,
    Yeniden başlamak mı? Çok geç artık.
    Köprü bir mezardı, umutlarımızın gömüldüğü,
    Yeniden yeşermek mi? Belki bir mucize.

    Öyle hemen yeşermezdi nefret çiçeği,
    Paslı köprünün çatlaklarında, inatla.
    Her yaprağı bir acı, her kökü bir pişmanlık,
    Güneşe dönmek mi? Mümkün müydü artık?
    Köprü bir simgeydi, ayrılığın, nefretin,
    Birleşmek mi? Çok uzak bir ihtimal.
    Belki de bir gün, bir nefret çiçeği solarken,
    Umut bir kelebek gibi uçar, özgürlüğe.
    Belki o zaman, köprü bir geçit olur,
    Aydınlığa, sevgiye, yeniden doğuşa.
    Ama şimdilik, paslı köprüde,
    Sadece nefret çiçeği açıyor.


  • Kayıp Pusula

    Yolun seni çağırdığı kadar yorgunsun,
    Adımların tükendiği kadar ıssız.
    Umutların yeşerdiği kadar kırılgan,
    Gözlerinin aradığı kadar kayıpsın.
    Hatırladığın kadar gerçeksin,
    Unuttukların kadar sahte.
    Ne yöne eserse essin rüzgar,
    Kalbinin fısıltısıdır rehberin.
    Geçmişi bir yük sayma,
    Geçtiğin kadar derinleşir ruhun.

    Ne kadar yürürsen yürü,
    Aradığın kadardır varışın.
    Yeniden doğabildiğin kadar özgürsün,
    Terk ettiğin kadar hafifleyeceksin.
    Sakın bitti sanma yolculuğu,
    Bıraktığın kadar geri döneceksin.

    Güneşin batışındadır gecenin sana verdiği sükunet,
    Ve iç sesine kulak verdiğin kadar yakınsın gerçeğe.
    Bir gün kaybolursan eğer,
    Bırak yıldızlar sana yol gösterdiği kadar güvensin.
    Denizin derinliğindedir cevapsız soruların,
    Ve sorduğun kadar aydınlanırsın.

    Unutma toprağın seni beslediği kadar güçlüsün,
    Suyun seni temizlediği kadar arı.
    Kendini yalnız hissettiğin kadar güçlüsün,
    Ve hayal kurduğun kadar sınırsız.
    Kendini sevdiğin kadar bütünsün.
    İşte budur yolculuk!
    İşte budur arayış, bunu hatırladığın kadar bulursun,
    Bunu unuttuğunda attığın her adım kadar yorulursun.
    Ve kendini unuttuğun kadar çabuk kaybolursun.


  • Kaybolmuş Pusula

    Şehirler büyüdükçe yollar kaybolur derlerdi,
    Ben ise kalabalıklar içinde yönümü yitirdim,
    Ne bir tabela, ne bir işaret kaldı rehberim,
    Yabancı yüzler, tanıdık sesler yankılanır içimde,
    Bir labirentin ortasında sıkışmış gibiyim,
    Her adımım beni daha da derine çekiyor,
    Güneşin doğuşunu unuttum,
    Kuzey yıldızını bulamaz oldum,
    Kaybolmuş bir pusula gibiyim sanki,
    İbrem durmadan dönüyor, hiçbir yeri göstermiyor,
    Çaresizce bir çıkış yolu arıyorum.

    Sessiz bir fısıltı,
    Uzaklardan geliyor,
    Belki bir umut.

    Belki bir ışık,
    Yolumu aydınlatır,
    Beni bulur.

    Adımlarımı yavaşlatıp,
    Sessizce dinledim,
    Kalbimdeki ritmi,
    Bana yol gösterdi.

    Ve anladım ki, aslında kaybolmamıştım,
    Sadece içimdeki pusulayı dinlemeyi unutmuştum,
    Kendi yolumu bulmak için,
    Önce kendime dönmem gerekiyordu,
    Her yolculuk bir keşif, her kayboluş bir fırsat,
    Yeter ki içimizdeki pusulayı dinleyelim,
    O bizi doğru yöne götürecektir,
    Her zaman…


  • Kabullenişin İncisi

    Rüzgarın fısıltısıydı belki,
    yenilginin sessiz şarkısı,
    toprağa düşen yaprağın
    kaderine razı gelişi gibi bir şey…
    Beklemek boşunaydı,
    direnmek beyhude,
    su gibi akıp gitmeliydi her şey.
    Ellerim çözülmeliydi,
    dizlerim kırılmalıydı,
    kabullenmeliydim artık.
    Acının zehriydi belki,
    umudun sönüşü,
    ama bir de hafiflik vardı sanki.
    Yükler kalkmıştı omuzlarımdan,
    özgürdüm,
    teslim olmuştum.
    Yeniden doğmuştum.