Kategori: Şiir

  • Karanlıkta Fısıldayan Ağaçlar

    Gece çökerken ormana, bir ürperti sarar her yanı,
    Gölgeler uzar, fısıltılar duyulur derinlerden.
    Ağaçların yaprakları birer sır gibi saklar geçmişi,
    Kökleri toprağın altında, karanlık bir öykü anlatır.
    Rüzgarın sesiyle dans eder dallar,
    Uykusuz bir bekleyişin şarkısını söylerler.

    Yıldızlar kaybolur bulutların ardında,
    Ormanın kalbi daha hızlı atar şimdi.
    Gizemli bir güç dolaşır havada,
    Sessizlik bile bir çığlık gibi yankılanır.
    Karanlıkta fısıldayan ağaçlar, asla dinmeyen bir masal.

  • Yakamoz İşkencesi

    Deniz feneri söner, gece puslu bir perde,
    Yakamoz vurur yalnızlığın kıyılarına.
    Dalgalar fısıldar eski bir hikaye,
    Unutulmuş bir aşkın acısı siner havaya.

    Gözlerim kapalı, dinlerim denizin sesini,
    Bir çığlık yankılanır ruhumun derinliklerinde.
    Yakamoz, bir bıçak gibi keser karanlığı,
    Her parıltısı bir anı, bir pişmanlık.
    Rüzgar eser, savurur külleri mazinin,
    Geçmişin hayaletleri dans eder dalgalarda.
    Sahilde yalnız bir siluet, ben miyim o,
    Yoksa kaybolmuş bir ruh mu?
    Deniz, sonsuz bir ayna, yansıtır içimi,
    Çaresizliğimin resmi çizilir geceye.

    Ayın şavkı vurur denize, gümüş bir yol uzanır,
    Gitmeli miyim, kalmalı mıyım bu diyarda?
    Yakamoz işkence eder, hatıralar canlanır,
    Her biri birer acımasız cellat.
    Gözyaşlarım karışır denizin tuzuna,
    Bir ağıt yükselir sessizce.
    Yakamoz vurur, bir umut belirir sanki,
    Yoksa sadece bir yanılsama mı?
    Dalgalar çağırır beni, derinlere doğru,
    Kurtuluş mu var bu yakamoz işkencesinden?

    Deniz kokusu siner elbiselerime,
    Bir denizci türküsü fısıldar kulaklarıma.
    Yakamoz vurur, bir ışık belirir uzakta,
    Bir gemi silueti belirir karanlıkta.
    Umut mu var, yoksa ölüm mü?
    Deniz karar verecek yazgıma.

    Yakamoz bir zehir, ruhumu kemirir,
    Kaçmak isterim, lakin nereye?
    Deniz, bir labirent, çıkış yolu yok.

    Yakamoz vurur, bir suret belirir suda,
    Gözleri tanıdık, bakışları hüzünlü.
    Kendimi görürüm, kaybolmuş ve çaresiz,
    Denizin dibinde bir yankıyım ben.
    Dalgalar beni sürükler, bilinmez diyarlara,
    Hatıralar bir bir canlanır zihnimde.
    Yakamoz vurur, bir yol belirir sanki,
    Umut mu var, yoksa sadece bir oyun mu?
    Deniz, bir ayna, yansıtır içimi,
    Çaresizliğimin resmi çizilir geceye.
    Gitmeli miyim, kalmalı mıyım bu diyarda?

    Yakamoz vurur, bir fısıltı duyarım,
    “Kurtuluş yok, sadece kabulleniş var.”
    Deniz, bir mezar, beni kucaklar,
    Yakamoz sonsuza dek sürecek işkence.
    Dalgalar beni sarar, götürür bilinmezliğe,
    Yakamoz vurur, son nefesimi veririm.
    Deniz, bir sır, sonsuza dek saklayacak,
    Yakamoz işkencesinin izlerini.
    Gitmeli miyim, kalmalı mıydım bu diyarda?
    Yakamoz vurur, artık çok geç.

  • Gece Nöbeti

    Şehir uyur, neonlar sayıklar,
    Karanlık bir örtü, sessizliği saklar.
    Yapayalnız beklerim, nöbetimdeyim,
    Gözlerim karanlığa alışır yavaşça.
    Zaman, akmayan bir nehir.

    Gecenin bekçisiyim, şehrin uykusunu koruyan,
    Her gölge bir sır, her fısıltı bir yabancı ses.
    Lambaların altında dans eden toz zerrecikleri,
    Hayaletler gibi dolaşır zihnimde anılar.
    Bir siren sesi yırtar sessizliği,
    Uzaklardan gelen bir köpek uluması,
    Yalnızlığımı daha da derinleştirir.
    Yıldızlar kaybolur şehrin ışıklarında,
    Gökyüzü beton grisi bir perde.
    Beklemek, sonsuz bir döngü.

    Sabahın ilk ışıklarıyla değişir nöbetim,
    Güneş doğar, şehir uyanır.
    Ben yorgun bir savaşçı,
    Görev tamamlandı, uykuya teslim.
    Gece biter, sırlar saklı kalır.
    Ve gece nöbeti, bir sonrakine kadar susar.

  • Düş İşçisi

    Rüyalar fabrikasında bir vardiya daha biter,
    Yorgun zihnim gölgelerle dans eder.
    Gerçeklik askıda, anılar buharlaşır,
    Düşlerimin enkazında bir ben kalırım,
    Umutsuz, bitkin ve çaresiz.

    Hayallerin demir dökümhanesinde eririm,
    Her sabah yeniden şekillenirim, kırık dökük.
    Hatıraların paslı çarkları döner durur içimde,
    Kaybolmuş bir çocuk gibi aranırım labirentlerde.
    Gözlerim kapalı, zihnim açık bir savaş alanı,
    Düşmanlarım geçmişin hayaletleri, geleceğin korkuları.
    Yenildim, yine yenildim.

    Uyku bir kaçış,
    Gerçeklik acımasız.
    Düşlerde teselli ararım nafile,
    Her sabah yeni bir enkazla uyanırım.

    Kelimelerim prangalı, cümlelerim yaralı,
    Anlatamam içimdeki yangını, tarif edemem.
    Ben bir düş işçisiyim, hayalleri yoğururum,
    Gerçekliğe dönüştüremem, bilirsin.
    Elimde kırık bir kalem, yazılmamış şiirler,
    Gözlerimde solgun bir umut ışığı, tükenen.
    Gecenin karanlığında kaybolurum, sessizce,
    Gündüzün karmaşasında eririm, yavaşça.
    Ben bir gölgeyim, bu şehrin sokaklarında,
    Düşlerimin işçisi, kendi gerçeğimin yabancısı.

    Düş pazarlarında satarım umutlarımı,
    Alan olmaz, kıymetini bilen olmaz.
    Gerçek bir maske gibi durur yüzümde,
    Saklarım içimdeki çocuğu, ağlayan.
    Her aynada başka bir suret görürüm,
    Yabancı, tanıdık ama aynı zamanda.
    Düşlerim benim sığınağım, saklandığım yer,
    Gerçeklikten kaçtığım, kendimi bulduğum.

    Rüyalarımın tarlasına ekerim yalnızlığımı,
    Hüzün filizlenir, keder büyür içimde.
    Gözyaşlarımla sularım umutlarımı,
    Yeşermezler, kurur giderler sessizce.
    Ben bir düş işçisiyim, hayalleri onarırım,
    Kendi hayatımı tamir edemem, beceriksizce.
    Uykusuz gecelerde düşlerimi örerim,
    Gerçekliğin soğuk rüzgarına karşı korurum.
    Ama nafile, sabah olduğunda her şey dağılır,
    Geriye sadece kırık bir kalp ve yorgun bir zihin kalır.
    Ben bir düş işçisiyim, hayalleri yaşatırım,
    Kendi düşlerimde kaybolurum, sonsuza dek.

    Ve böylece bir gün daha sona erer,
    Düş işçisinin mesaisi biter.
    Umutla bekler yeni bir düşü,
    Belki o kurtarır onu bu kederden.
    Ama o ana dek düşler bekler,
    Düş işçisi uykusuna yenilir.

  • Yitik Zamanın Pusulası

    Yolculuk başladı, bilinmez bir istikamete,
    Her durak bir anı, silinmeye yüz tutmuş.
    Pusulam kırık, yön duygum kayıp,
    Zamanın labirentinde dolaşırım çaresizce.
    Yitik düşler peşinde, sonsuz bir arayış.

    Geçmişin gölgeleri takip eder adımlarımı,
    Gelecek sis perdesi ardında saklı.
    Her kavşakta bir karar, her seçim bir pişmanlık,
    Yol uzar, yollar tükenir, ben yorulmam.
    Belki de varılacak bir yer yoktu en başından,
    Sadece yolun kendisiydi anlamı.

  • Kum Saati Senfonisi

    Zamanın tozları, avuç içimde eriyor usulca,
    Bir kum saati senfonisi, bitmeyen bir beste.
    Her zerresi bir anı, bir fısıltı geçmişten,
    Düşlerimin enkazı, geleceğin ipoteği.
    Gözlerimde biriken hüzün, bir çölün susuzluğu,
    Dudaklarımda kuruyan kelimeler, bir veda türküsü.
    Kalbimde çarpan ritim, zamanın acımasız tokadı,
    Ruhumda yankılanan boşluk, bir hiçliğin yankısı.
    Gölgeler dans ederken duvarlarda, anılar canlanır,
    Yüzümde beliren çizgiler, hayatın derin anlamı.
    Yalnızlığın soğuk nefesi, ensemde dolaşır durur,
    Kimsesizliğin karanlık girdabı, beni içine çeker.
    Umutlarım birer kelebek, kanatları kırık, uçamazlar,
    Hayallerim birer serap, yaklaştıkça kaybolurlar.
    Aşk, bir zamanlar en güzel yanılgımdı, şimdi bir yara,
    Sevda, bir zamanlar en büyük tutkumdu, şimdi bir kül yığını.
    Gecenin sessiz çığlıkları, içimde yankılanır durur,
    Sabahın ilk ışıkları, umutsuzluğumu aydınlatır.
    Zamanın kumları, beni de beraberinde götürür,
    Sonsuzluğa doğru, bilinmezliğe doğru bir yolculuk.
    Her geçen saniye, biraz daha yaklaştırır beni sona,
    Her düşen kum tanesi, biraz daha azaltır ömrümü.
    Ben, bir kum tanesi, zamanın akışında kaybolmuş,
    Ben, bir gölge, geçmişin izlerini taşıyan.
    Zamanın kum saati, hiç durmadan akar durur,
    Hayatın senfonisi, hiç bitmeden çalınır durur.
    Kum tanelerinin sesi, içimde yankılanır durur,
    Geçmişin hayaletleri, etrafımda dolaşır durur.
    Ben, bu senfoninin en yalnız notası,
    Ben, bu kum saatinin en çaresiz tanesi.
    Zamanın akışına karşı koyamam, kaderime razıyım,
    Ölümün soğuk nefesini ensemde hissediyorum.
    Ama yine de yaşamaya devam ediyorum, inadına,
    Umutsuzluğun karanlığında bir ışık arıyorum.
    Belki bir gün, zamanın kumları durulur,
    Belki bir gün, hayatın senfonisi değişir.
    Belki bir gün, karanlık aydınlığa dönüşür,
    Belki bir gün, umutsuzluk umuda dönüşür.
    Ama o güne kadar, yaşamaya devam edeceğim,
    Zamanın kum saati senfonisiyle birlikte.
    Ben, bir kum tanesi, sonsuzluğa doğru yol alıyorum,
    Ben, bir gölge, geçmişin izlerini taşıyorum.
    Zamanın kumları, beni de beraberinde götürüyor,
    Hayatın senfonisi, hiç bitmeden çalınıyor.
    Ben, bu senfoninin en yalnız notası,
    Ben, bu kum saatinin en çaresiz tanesi.

  • Kum Saati Yüzlüm

    Beklemek, bir sabır çiçeği,
    Ömrümün duvarında açan.
    Her yaprağı bir anı, solgun ve yorgun,
    Bir umut kırıntısı, rüzgârda savrulan.
    Gözlerim yolda, bir ömür boyu.

    Saatler eriyor, kum tanesi misali,
    Avuçlarımdan kayıp giden,
    Bir ömürlük özlem, sineme kazınan.
    Beklemek, bir gölge, peşimi bırakmayan,
    Bir sis perdesi, önümü kapatan.
    Yüreğimde bir yangın, hiç sönmeyen,
    Her geçen gün daha da alevlenen.
    Gözlerim seni arar, kalabalıklar içinde,
    Bir umut ışığı, karanlık gecede.
    Beklemek, bir sınav, dayanılması zor,
    Ama yine de beklerim, inanarak, severek.

    Zaman bir nehir, akıp gidiyor durmadan,
    Ben kıyısında bekleyen bir yolcu.
    Yorgun düşmüşüm, umutlarım tükenmiş,
    Ama yine de beklerim, inatla, sevdayla.
    Belki bir gün gelirsin, ansızın, umulmadık bir anda.

    Beklemek, bir kader, yazılmış alnıma,
    Silinmez, değişmez, çaresi yok.

    Gözlerim birer pusula, seni arayan,
    Yüreğim bir harita, yolunu bulan.
    Beklemek, bir umut, içimde yeşeren,
    Bir sevda türküsü, dillerde dolanan.
    Belki bir gün kavuşuruz, seninle, sonsuza dek,
    Beklemek, bu umutla yaşamaktır.

    Yüzümde çizgiler, kum saati misali,
    Her biri bir bekleyişin izi.
    Gözlerimde yaşlar, dinmeyen bir hasret,
    Yüreğimde sancılar, geçmeyen bir acı.
    Beklemek, bir yaşam biçimi, benim için,
    Sensiz geçen her an, bir ömür gibi.
    Ama yine de beklerim, sabırla, sevgiyle,
    Belki bir gün dönersin, o güzel yüzünle.
    O kum saati yüzünde, zamanın izleri silinir,
    Ve biz, sonsuza dek mutlu oluruz, birlikte.

  • YABANCI TRENLER

    Ray Sesinde Ölüm Uykusu

    Peronda bir yabancı tren beklerim,
    Yüzüme vuran isli rüzgar,
    Hatıralar birer duman bulutu,
    Yükselir, kaybolur istasyonun tavanında.
    Gözlerim, unutulmuş bir peron saati,
    Akrep yelkovan kavuşmaz asla.
    Bir ayrılık türküsü çalar uzaklarda,
    Yüreğim bir garip kuş, kanatları kırık.
    Gelir mi bilmem, beklemekten yorgunum.

    Hayalet Şehirde Bekleyiş

    Her tren düdüğü, bir umut, bir hayal kırıklığı,
    Vagonlar geçer, yüzler silinir camlarda.
    Ben burada kalırım, bu terk edilmiş şehirde,
    Yalnızlığımın sesi yankılanır sokaklarda.
    Çantamda bir demet solmuş çiçek,
    Sevdiğim kadının saçlarından bir tutam.
    Gidişin bir tren kazası gibi, ani ve acımasız,
    Raylar sonsuzluğa uzanır, ben sensizim.
    Her tren sesi bir veda, her yolcu bir yabancı,
    Bu şehir bir mezarlık, ben mezar bekçisi.

    Yersiz Yurtsuz

    Nereye gitsem nafile, her yer yabancı,
    Sensizliğin gölgesi düşer üzerime.

    Keder Yüklü Vagonlar

    Vagonlar keder yüklü, kompartımanlar hüzün dolu,
    Her yolcu kendi hikayesini taşır içinde.
    Kiminin gözleri yaşlı, kiminin yüzü solgun,
    Hepimiz aynı trenin yolcusuyuz aslında.
    Hayat bir yolculuk, inişli çıkışlı,
    Kimi güler, kimi ağlar, kimi uyur.
    Ben uyanığım, görüyorum, hissediyorum,
    Bu acımasız yolculuğun sonsuzluğunu.
    Her istasyon bir durak, bir ayrılık,
    Her tünel bir karanlık, bir bilinmezlik.
    Ve ben, bu keder yüklü vagonda bir başıma,
    Yolun sonunu beklerim, umutsuz ve yorgun.

    Yitik Umutlar

    Artık geç kaldım,
    Her şey bitti.
    Ayrılık kaçınılmaz.

    Son Düdük

    Yabancı trenler geldi geçti,
    Ben hala buradayım, bekliyorum.
    Son düdük çalındı, gece çöktü,
    Bir veda şarkısı gibi yankılanır içimde.
    Bu istasyon benim kaderim, sensizliğim.

  • Kül Rengi Şarkılar

    Sessizlik çökerken şehre,
    Yapayalnızım, bir gölge gibi,
    Sarılan anılar nefesime.

    Lambaların solgun ışığında kaybolur yüzüm,
    Her çizgi bir pişmanlık, her kırışık bir sızı.
    Radyodan yükselen cızırtılı sesler,
    Ruhumun derinliklerine işleyen bir melodi.
    Yitik bir aşkın yankısıdır belki,
    Ya da unutulmuş bir umudun fısıltısı.
    Kadehimdeki şarap, acıları dindirmeye yetmez,
    Geçmişin hayaletleri dans eder odamda.

    Bir zamanlar ne çok hayal kurmuştum,
    Şimdi hepsi kül rengi birer anı sadece.
    Kalbimde biriken yalnızlık, bir girdap gibi çeker beni içine.
    Kelimeler boğazımda düğümlenir, bir çığlık olur içimde.
    Gözlerim karanlığa takılır, bir umut ışığı ararım.
    Ama bulamam, çünkü karanlık benim kaderimmiş meğer.
    Saatler geçer, geceler uzar,
    Yıldızlar kaybolur, ay saklanır.
    Ben, bu sonsuz gecenin ortasında bir başıma,
    Kül rengi şarkılar söylerim sessizce.

    Dumanı tüten sigaram, tek yoldaşım bu gece,
    Küllerimle birlikte savrulur gider umutlarım.
    Her nefeste biraz daha eririm, biraz daha yok olurum.
    Aynadaki suretim, yabancı birine dönüşür.
    Gözlerindeki o tanıdık ışıltı kaybolmuş,
    Yerini derin bir hüzün almış.
    Belki de hiç olmamış bir hayaletin yansımasıdır bu,
    Ya da benliğimin en karanlık köşesi.

    Sonsuz bir yalnızlık…
    Kül rengi şarkılar…
    Suskun bir veda…
    Ben ve gece…

  • Külrengi Lunapark

    Dönme dolaplar paslı, salıncaklar küflü,
    Bir zamanlar çocuk sesleriyle yankılanan bu yer,
    Şimdi sessizliğe gömülmüş, terk edilmiş.
    Rüzgar, kırık oyuncakların arasında esiyor.

    Palyaçonun makyajı akmış, gülüşü donuk,
    Pamuk şeker artık yok, sadece örümcek ağı.
    Aşk tünelinde yalnızlık kol geziyor,
    Çarpışan arabalar suskun, direksiyonları kırık.
    Hayalet treni raylarında pas izleri,
    Ve her kabinde bir hüzün hikayesi.
    Bu lunapark bir mezarlık, anıların gömüldüğü.

    Külrengi bir gökyüzü altında bekleyen bir garip,
    Elinde solgun bir balon, gözleri uzaklara dalgın.
    Belki bir zamanlar burada mutlu olmuştu,
    Belki de sadece kaybolmuştu bu kalabalıkta.
    Şimdi tek başına, hatıralarıyla baş başa,
    Dönen atlıkarıncanın melankolik ezgisi eşliğinde.
    Bu terk edilmiş lunapark, onun ruhunun aynası,
    Kırık dökük, hüzünlü ve unutulmuş.

    Ve gece çöker, yıldızlar kaybolur,
    Ay, paslı dönme dolaba vurur, ışıltısı soluk.
    Gölgeler uzar, fısıltılar duyulur,
    Bu lunaparkta yaşayan hayaletlerin dansı başlar.
    Belki bir gün yeniden açılır kapıları,
    Belki bir gün yeniden çocuk sesleriyle dolar,
    Ama o güne kadar, hüzünle bekler,
    Külrengi lunapark, anıların bekçisi,
    Unutulmuş bir düş, bitmeyen bir serenat.
    Ve o garip adam, elinde solgun balonla,
    Ebediyen dolaşır bu terk edilmiş yerde.