Şiirler

  • Anıların Mührü

    Bir yadigâr gibi sakladım seni içimde,
    En kuytu köşemde, kimsenin bilmediği.
    Unutulmuş bir şarkının nağmeleri gibi,
    Usulca fısıldar adın, bir ömür boyu.
    Eskimiş bir fotoğrafın solgun renkleri,
    Hatıraların tozlu raflarında gizlenir.
    Ne kadar kaçsam da senden uzaklara,
    Kalbimin derinliklerinde bir iz kalır.
    Rüzgârın savurduğu yapraklar misali,
    Savrulur anılarım, dünden yarına.
    Ve ben, o yadigârla yaşarım sessizce.

    Gözlerim dalar gider uzaklara,
    Mazinin derin sularında kaybolur.
    Bir bulut misali süzülür anılar,
    Yağmur olup içime damlar durur.
    O bulutların ardında saklıdır yüzün,
    Her yağmur damlasında bir tebessüm.

    Yadigarım, sen benim en kıymetlim,
    Geçmişin izlerini taşıyan bir hazine.
    Geleceğe umutla bakmamı sağlayan,
    Bir ışık huzmesi, bir sevgi sözcüğü.
    Ve anıların mührü, kalbimde daima.

    Bir yemin gibiydi sana adanmış hayatım,
    Uçsuz bucaksız denizlerde bir fener gibi.
    Kaybettim seni, sensiz kaldım ben şimdi,
    Bir enkaz yığını, çaresizliğin dibinde.
    Sessizce feryat eden bir kalbim var benim,
    Dindir artık bu acıyı, gel ne olur geri.
    Beklerim seni, son nefesime kadar,
    Belki bir gün dönersin, bilirim inanırım.
    O yadigârın sıcaklığıyla yaşarım hep,
    Anıların mührü, kalbimde daima yaşar.
    Ve ben, seni sonsuza dek seveceğim.


  • Küllerinden Doğan Sabah

    Uykusuz gözlerde bir akşam daha,
    Silindi gitti yıldızlar yavaşça.
    İçimde bir hüzün, bir veda,
    Yarın bambaşka bir telaş,
    Dünden kalan bir acı telaş,
    Kader böyle yazmış, bir ne fayda.

    Umutsuz değildim aslında,
    Sadece yorgun ve bir o kadar hasta,
    Ruhumun derinliklerinde bir yara.

    Karanlık çökerken gecenin koynuna,
    Rüyalarım kaçar, kaybolur boşluğa,
    Yalancı sabahlar, sahte gülüşler,
    Belki bir gün diner bu bitmeyen hasret,
    Belki bir gün gerçek olur bütün dilekler.
    Şimdi sadece suskun bir bekleyiş,
    Umudun peşinden gitmek de bir çeşit direniş,
    Çünkü güneş doğacak yine her şeye rağmen,
    Aydınlık yakındır, inan buna derinden.
    Yarın bambaşka olacak, biliyorum içten.

    Yeniden doğacak o masumiyet,
    Yüzümde belirecek bir tebessüm.


  • Camdaki Yüzler

    Pencere önünde beklemek,
    bir alışkanlık mı, yoksa
    kaçış mı bilmem.
    Dışarıdaki hayat,
    renkler, sesler, telaş,
    hepsi bir film şeridi gibi akarken,
    ben burada, camın ardında,
    bir gölgeyim sanki.
    Kendi yansımamla konuşurum.

    Rüzgar eser, yağmur başlar,
    cam buğulanır, yüzler silinir.
    Acaba dışarıdakiler de beni görüyor mu?
    Yoksa ben onlar için sadece
    bir anlık yansıma mıyım?
    Bir silüet, bir hayal,
    gelip geçen bir şey.
    Kim bilir, belki de
    onlar da kendi camlarının ardında,
    beni düşünüyorlardır.
    Belki de hepimiz
    birbirimizin yansımalarıyız.

    Camdan bakmak,
    hem yakın, hem uzak.
    Hayata dokunmak,
    ama dokunamamak.
    Bir seçim mi, kader mi bu?


  • Sıradan Saatler Senfonisi

    Duvar saatinin tik takları kadar kısasın,
    Sabah güneşiyle uyanan serçe kadar özgür…
    Otobüs durağında bekleyen yüz kadar ifadesizsin,
    Rüzgarda savrulan yaprak kadar yersiz yurtsuz…
    Pazarda satılan domates kadar kırmızıydın bir zaman,
    Unutulmuş bir şarkı kadar silik şimdi…
    Ne kadar sade olursa olsun yaşantın,
    İçindeki fırtınaların aynasıdır sessizliğin…
    Yaşadığın her gün bir yaprak eksilir:
    Takvimlerden düşen, hatıraların yurdunda…

    Ne kadar sıradansa hayat,
    O kadar eşsizdir her nefes alışın…
    Bir bardak çay kadar sıcak,
    Gecenin karanlığı kadar derin…

    Sakın küçümseme bu anları,
    Her biri bir hikaye, yazılmaya değer…
    Ne kadar farkında olursan ol,
    Hayat, bir rüyadır, uyanılmayı bekleyen…

    Güneşin batışındadır günün sana verdiği huzur,
    Ve karşındaki insana verdiğin kadar değerlisin…
    Bir gün kaybolacaksan eğer,
    Bırak izlerin, seni hatırlatan bir anı olsun…
    Şehrin gürültüsündedir yalnızlığın sesi,
    Ve yalnız kaldığın kadar kalabalığın içindesin…
    Unutma yağmurun altında ıslanmak kadar özelsin,
    Güneşin altında ısınmak kadar gerçek…
    Kendini önemsiz hissettiğin kadar güçlüsün
    Ve anlam kattığın kadar anlamlı.
    Kendini değersiz hissettiğin kadar değerlisin…

    İşte budur sıradanlık!
    İşte budur yaşamak, bunu anladığın kadar yaşarsın
    Bunu unuttuğunda aldığın her nefes kadar kaybolursun
    Ve karşındakini görmediğin kadar çabuk unutursun
    Bir sokak kedisi kadar yalnızsın
    Binaların arasında kaybolan bir ses
    Bir dilenci kadar çaresizsin
    Ve her şeyi kabullendiğin kadar özgürsün,
    Sıradan olduğun kadar değerlisin…


  • Unutulmuş Kuyu

    Derinlerde saklı bir sır gibi,
    Taş duvarlar örülü,
    Yosun kokulu bir yalnızlık.
    Güneşin bile ulaşamadığı,
    Bir zamanlar hayat veren,
    Şimdi sadece yankılarla dolu.
    Kim bilir kaç fısıltı birikti içinde,
    Kaç düş kırıklığı saklandı derinde,
    Unutulmuş bir bekleyiş.

    Belki bir gün, bir el uzanır,
    Kovayı sulara salar yeniden.
    Belki bir çocuk merakla eğilir,
    Gizemini çözmeye çalışır.
    Belki bir kuş konar kenarına,
    Susuzluğunu giderir yavaşça.
    Belki bir yıldız yansır yüzeyine,
    Gecenin karanlığını aydınlatır.
    Ama şimdilik sessizlik hüküm sürer,
    Derin ve sonsuz bir sessizlik.

    Eski bir şarkının notaları gibi,
    Rüzgarın fısıltısıyla canlanır,
    Hatıraların izleri belirir.
    Geçmişin gölgesi düşer üzerine,
    Kaybolmuş umutların yankısı,
    Yürek burkan bir melodi gibi.
    Kim bilebilir hangi yüzler yansıdı,
    Hangi gözyaşları karıştı sularına,
    Unutulmuş bir bekleyiş.

    Ve ben, uzaktan seyrederim,
    Bu derin yalnızlığı, bu eski kuyuyu.
    Bir zamanlar hayatın kaynağı,
    Şimdi sadece bir anıt gibi duran.
    Belki bir gün dönerim yanına,
    Yeniden fısıldarım sırlarını,
    Unutulmuşluğun hüznüyle.


  • Küllerin Rüyası

    Unutmak, bir yangından arta kalan
    İzleri silmek midir bilinmez,
    Yoksa alevin içindeki dansı
    Hiç yaşamamış saymak mı?
    Bir hatıra, bir kül yığınına dönüşür,
    Her savruluşunda biraz daha dağılır,
    Eskiden parlayan, şimdi solgun bir anı.
    Rüzgarın oyuncağı olur, hafifler,
    Ta ki o ilk kıvılcımı unutana dek,
    Yangının başlangıcını hatırlamaz oluruz.
    Her unutuş yeni bir boşluktur aslında.

    Ateş söner.

    Şimdi hangi rüzgar bizi alıp götürür,
    Hangi denizlere savurur bizi bu küller?
    Belki de en güzeli, yeni bir başlangıçtır,
    Küllerin arasından doğan bir umut çiçeği,
    Yanmış bir kalbin filizlenen sevgi tohumu.
    Unutulan her şey, bir gün küllerinden doğar.


  • Yitik Zamanın Sandalı

    Yosun kokulu anılar kıyısında,
    Beklerim, gelmeyen bir baharı.
    Rüzgarla savrulur eski bir şarkı.

    Saatler durulur, gölgeler uzar,
    Denizin tuzlu nefesi yüzüme çarpar.
    Kaybolmuş bir resmin solgun renkleri,
    Çocukluğumun izleri silinir yavaşça.
    Unutulmuş bir mektup, satırları silik,
    Yitik zamanın sandalı, uzaklara doğru.
    Umutsuzluğun şarkısı, sessizce yankılanır.

    Hatıraların labirentinde kaybolmuş bir ruh,
    Her köşe başında bir pişmanlık, bir acı.
    Gözlerimde biriken yaşlar, tuzlu bir deniz olur.
    Güneş batarken, içimde bir karanlık çöker.
    Gelecek belirsiz, geçmiş bir yük omuzlarımda.
    Yalnızlığın soğuk nefesi ensemde dolaşır durur.
    Beklemek, tükenmeyen bir çile, bitmeyen bir azap.
    Kumsalda izlerim silinir, rüzgar eser usul usul.
    Yitik zamanın sandalı, sonsuzluğa doğru yol alır.
    Ve ben, kıyıda yapayalnız, beklerim, boşuna beklerim.


  • Kül Renginde Şafak

    Ateşin külleri dans eder avuçlarımda,
    Eski bir yangının solgun hatırası.
    Şafak sökerken gri bir perde iner dünyaya,
    Umutsuz bir bekleyişin sessiz çığlığı.
    Rüzgar fısıldar geçmişin acı şarkısını,
    Yüzüme çarpar kaybedilmiş baharların kokusu.
    Yorgun gözlerim arar bir umut ışığı,
    Bu kül rengi şafakta, kaybolmuş bir anlam.

    Baharın müjdesi gelmez artık bu şehre,
    Çiçekler solgun, kuşlar sessiz.
    Yüreğimde biriken keder, derin bir uçurum,
    Düşerim her gün biraz daha dibine.
    Zaman, bir kum saati gibi akar ellerimden,
    Tükenir umutlar, solar hayaller.
    Ben, bu kül yığını içinde bir yabancı.

    Ateş söner, geriye yalnızlık kalır,
    Bir enkaz yığını, bir yıkım manzarası.
    Gözlerim kapanır, düşlerim karabasan,
    Ruhum firar eder, bedenim esir.
    Bu kül rengi şafakta, umut yeşermez.

    Küllerim savrulur, anılarım gömülür,
    Ateşin dansı biter, sessizlik başlar.
    Kül renginde şafak, sonsuz bir veda,
    Ve ben, kaybolurum külrenginde.


  • Kül Rengi Veda

    Nehir yatağında unutulmuş bir taşım ben,
    Akıntılarla savrulmuş, yosun tutmuş anılarım.
    Kuşlar uçmaz artık üzerimden.

    Sessizliğim yankılanır bu ıssız vadide,
    Güneş batarken vurur yüzüme son ışıklar.
    Yalnızlığım, bir gölge gibi uzar peşimde,
    Karanlıkta kaybolurum.

    Her damla yağmur, bir ağıt gibi düşer üzerime,
    Geçmişin acılarıyla yoğrulur toprağım.
    Köklerim derine iner, tutunurum hayata,
    Unutulmuş bir şarkı fısıldarım rüzgara.
    Ne bir el uzanır bana, ne bir dost sesi duyarım,
    Gözlerim kapalı, beklerim bir mucizeyi.
    Belki bir gün, yeniden yeşerir umutlarım,
    Belki bir gün, kuşlar geri döner yuvama.
    Ama şimdilik, sadece susarım,
    Kül rengi bir veda ile.


  • Deniz Feneri Nöbeti

    Yanıp sönen bir göz, denizin karanlık yüzünde,
    Yüzyıllık nöbetinde, bekler durur fırtınaları.
    Taş duvarlar arasında yankılanır yalnızlığı,
    Martı çığlıkları eşlik eder bitmeyen şarkısına.

    Zaman, yosun tutmuş taşlara kazınan bir iz,
    Her dalga bir anı, her rüzgar bir hikaye getirir.
    Umutsuz denizcilere yol gösteren bir ışık,
    Kaybolmuş ruhlara bir sığınak, bir kılavuzdur.

    Gecenin koynunda parlar, umudu yeşertir,
    Yıldızlar ona sırdaş, ay ona yoldaş olur.
    Deniz feneri, zamana meydan okuyan bir anıt,
    Yalnızlığın ve umudun sembolü, ebediyete uzanır.