Kategori: Şiir

  • Sahaf Rüyası

    Rafların gölgesinde kaybolmuş bir düş,
    Tozlu ciltlerin arasında saklı bir sır.
    Eski harflerin dansı, solgun bir ışıkta,
    Unutulmuş sözlerin fısıltısı duyulur.
    Bir sahafın rüyası, kitapların dilinde.

    Ciltleri yıpranmış, sayfaları sararmış,
    Her kitap bir hayat, bir öykü anlatır.
    Kapakları açılır, geçmiş canlanır,
    Kahramanlar yeniden doğar satırlarda.
    Bir zaman yolculuğu başlar kelimelerle,
    Sahafın ruhu okur, anlar, hisseder.

    Mürekkep kokusu sinmiş odalarda,
    Düşünceler özgürleşir, sınırları aşar.
    Bilgi bir hazine, her kitap bir anahtar,
    Yeni dünyaların kapıları aralanır.
    Sahafın gözleri parlar, keşfeder, sever,
    Kitapların büyüsüne kapılır, kaybolur.
    Rüyasında yazarlar, şairler sohbet eder,
    Felsefeciler tartışır, bilim insanları keşfeder.
    Kitaplar konuşur, sahaf dinler, öğrenir.

    Gece çöker, raflar gölgelenir,
    Sahaf uyanır, rüyasından döner.
    Elinde bir kitap, kalbinde bir umut,
    Yeni bir güne başlar, okumaya doyamaz.
    Kitaplar onun dostu, sırdaşı, yoldaşı,
    Hayatın anlamını bulduğu yer sahaf dükkanı.
    Her sabah dükkanı açar, kitapları selamlar,
    Yeni okurları bekler, onlara rehberlik eder.
    Kitapların dünyasına davet eder herkesi,
    Sahafın rüyası hiç bitmez, devam eder.

    Tozlu rafların arasında dolaşırken,
    Bir el dokunur omzuna, bir ses duyulur.
    “Aradığınız kitap burada,” der bir okur,
    Sahaf gülümser, bilir, kitaplar yol gösterir.
    Rüyası gerçek olur, kitaplar canlanır,
    Yeni bir okurla buluşur, yeni bir hayat başlar.
    Sahafın kalbi sevinçle dolar, kitaplar fısıldar,
    “Hoş geldin aramıza,” derler hep bir ağızdan.
    O da onlara katılır, o da fısıldar,
    “Hoş buldum,” der, kitapların arasında yaşar.

    Kelime denizinde yüzen bir gemi,
    Sahafın dükkanı, bir liman gibi.

    Kitaplar susar, rüya biter,
    Sahaf uyanır, yalnız kalır.

  • Rüzgarın Fısıltısı

    Rüzgarın Dansı

    ŞİİR GÖVDESİ
    Eski bir değirmen, yalnız tepede,
    Kanatları kırık, suskun ve yorgun.
    Rüzgar eser, bir ağıt gibi içli,
    Unutulmuş günlerin hatırası.

    Hayalet sesler yükselir,
    Geçmişin tozlu sayfalarında,
    Kaybolan aşkların yankısı.

    Rüzgar fısıldar durmadan,
    Bir sır saklar her esintisi,
    Kim bilir hangi acıları,
    Hangi sevinçleri taşır,
    Uzak diyarlardan getirir,
    Denizin tuzunu, toprağın kokusunu,
    Yıldızların ışıltısını, unutulmuş anıları,
    Değirmenin taş duvarlarına çarpar,
    Sonsuzluğa karışır.

    Gökyüzü gri, bulutlar ağır,
    Zaman durmuş gibi asırlarca.
    Değirmen bekler sabırla,
    Rüzgarın dinmesini, güneşin doğmasını.
    Belki bir gün döner çarkı yeniden.

    Ama şimdi sadece hüzün var,
    Ve rüzgarın bitmeyen şarkısı,
    Değirmenin yalnızlığı büyür,
    Gece çöker, yıldızlar parlar.
    Rüzgar susar, sessizlik başlar.

    Rüzgarın dansı biter,
    Değirmen uykuya dalar,
    Yalnızlığın koynunda,
    Unutulmuş bir masal.

  • Yankı Odası

    Sesler birikir içimde, duvarlara çarpar,
    Kendi yankımda kaybolurum.
    Her kelime bir kurşun, düşüncelerim hedef tahtası,
    Suskunluğum isyan, kelimelerim kelepçe.
    Ağzımdan dökülen her hece pişmanlık.

    Ayna kırıkları gibi yüzümde beliren anılar,
    Geçmişin hayaletleri dolanır odamda.
    Her bakışta başka bir suret, her yansımada yabancı,
    Kendime sürgünüm ben, bilinmez bir diyarda.
    Gözlerimdeki karanlık, ruhumun en derin kuyusu,
    Aydınlanmam imkansız, kaybolmuşum sonsuza dek.

    Çınlıyor kulaklarımda
    Sessizliğin sesi.
    Deliriyorum

    Yüzleşemediğim gerçekler, sakladığım sırlar,
    Karanlık bir labirentte yolumu kaybederim.
    Her adımda daha da derine inerim,
    Kurtuluş yok, çıkış yok, sadece yankılar.
    Bu oda benim zindanım, bu sesler gardiyanım,
    Kendi yarattığım cehennemde yanarım.
    Duyulmayan feryatlarım yankılanır.

    Dudaklarımdan dökülen her kelime, bir lanet,
    Dilim lal olmuş, kalbim kan ağlar.
    Yankılar çoğalır, sesler yükselir,
    Deliliğin sınırında dans ederim.
    Kimse duymaz beni, kimse anlamaz halimi,
    Bu yankı odasında yapayalnızım.
    Umutlarım tükenir, benliğim kaybolur.

    Aynada bir gölge belirir, ürkütücü ve yabancı,
    Kendimden bile korkarım artık.
    Sesler fısıldar, görüntüler değişir,
    Gerçeklik kaybolur, sanrılar başlar.
    Bu oda bir mezar, ben diri diri gömülmüşüm,
    Çıkış yok, kurtuluş yok, sadece yankılar.
    Sonsuz bir döngüde sıkışıp kalmışım.

    Yankı odasında çürür bedenim,
    Sesler susar, sessizlik çöker.
    Bir hiçliğe dönüşürüm,
    Kaybolurum sonsuz karanlıkta.

  • Düş İpliği

    Bir rüyadan uyandım, iplikler çözüldü,
    Anılarım birer birer dağıldı.
    Yüzler silindi, sesler kayboldu,
    Gerçeklik, sisli bir camın ardında.
    Yoksa düş müydü yaşanan her şey?

    Avuçlarımda kalan bir iplik parçası,
    Rüyalarımın izi, solgun bir hatıra.
    Çekiyorum usulca, belki bir umut belirir,
    Belki yeniden örülür düşlerin örgüsü.
    Ama nafile, iplik kopuyor, dağılıyor,
    Geriye sadece boşluk kalıyor.
    Zaman, bir makas gibi kesiyor düşleri,
    Uyanış acı bir gerçek oluyor.

    Uykunun kıyısında bekleyen bir hayalet,
    Rüyalarımın bekçisi, karanlığın elçisi.
    Fısıldıyor kulağıma, uyanma diyor,
    Düşlerde kal, orada her şey mümkün.
    Ama ben direniyorum, gerçeğe dönüyorum,
    Kopmuş ipliklerle vedalaşıyorum.
    Güneşin ilk ışıklarıyla siliniyor düş,

    Gerçeklik, yalanların en büyüğü belki de,
    Ama katlanmak zorundayım, yaşamaya mecburum.
    Düş ipliği, avuçlarımda bir yük,
    Bir zamanlar beni saran, şimdi ise yabancı.
    Atıyorum onu uzaklara, unutmak ister gibi,
    Ama nafile, izi kalıyor içimde.
    Yüreğimde bir sızı, gözlerimde bir nem,
    Düşlerin ardında bıraktığım benliğime özlem.
    Ve ben, o düş ipliğinin peşinden gitmek istiyorum,
    Uyanmak istemiyorum, rüyada kaybolmak istiyorum,
    Ama yapamıyorum, gerçekliğe bağlıyım,
    Bu acımasız dünyaya, bu yalan hayata.

  • Asfalt Senfonisi

    Kent bir orkestra, binalar notalar,
    Trafik bir senfoni, sirenler figan.
    Gökyüzü gri bir perde, umutlar asılı,
    Beton yığınları arasında sıkışmış zaman.
    Kaldırım taşları, yorgun ayak izleri,
    Her köşe başında bir hikaye gizli.
    Neon ışıkları dans eder gece boyunca,
    Yapayalnızlık bir şarkı, derinden akan.
    Gecenin karanlığına karışır duman,
    Şehir, uyumsuz bir melodiyle çınlar.

    Dükkanların kepenkleri iner yavaşça,
    Bir kedi geçer sessizce, gölgelerin ardında.
    Evsiz bir adam, karton kutusunda uyur,
    Hayallerini sarar, soğuk bir rüzgar eser.
    Şehrin kalbi atar, durmaksızın, yorulmadan,
    Bir maraton koşucusu gibi, hedefe varmadan.
    Grafitiler konuşur duvarlarda, isyanı fısıldar,
    Aşk, bir anı gibi saklanır, eski bir sinemada.
    Çöp tenekeleri taşar, hayatın tortusu,
    Güneş doğar yeniden, yeni bir umutla.
    Şehir, yaşayan bir organizma, karmaşık ve derin.

    Gökdelenler yükselir, kibirli ve uzak,
    Aşağıda insanlar koşuşturur, telaş içinde.

    Yağmur yağar aniden, kirli suları temizler,
    Şehir yıkanır, arınır, yeniden doğar.
    Gökkuşağı belirir bir an, umudu müjdeler,
    Sonra kaybolur, unutulur, yeniden başlar.
    Şehrin ritmi değişmez, devam eder durmadan,
    Bir döngü içinde, sonsuza dek sürüp gider.
    Herkes kendi yolunda, yalnız ve kayıp,
    Şehir, bir labirent, çıkışı olmayan.

  • YABANCI İPEKLER

    Kumaş tezgâhında yitirdim rengimi,
    Her iplik yabancı, her desen bir sır.
    Yüzümde donuk bir gülümseme,
    Ellerimse yorgun, dokunmaktan usanmış.

    Bu şehir bir labirent, sokakları düğüm düğüm,
    Her köşe başında bir anı, zehirli bir yılan.
    Gözlerim kamaşır vitrinlerdeki ışıltıdan,
    Kalbimse karanlık bir kuyu, dipsiz ve boş.

    Bavulumda saklıyorum eski bir fotoğrafı,
    Gözlerinde deniz, saçlarında rüzgâr.
    Şimdi yalnızım, yabancı ipekler arasında,
    Ruhumsa bir gölge, bedenimse bir sürgün.

    Her gece yıldızlara fısıldarım adını,
    Umutlarım birer mum alevi, titrek ve sönmeye yakın.
    Bu ayrılık bir lanet, yakama yapışan,
    Ve ben, bu lanetin gölgesinde kaybolan bir yabancı.

  • Alabalık Uykusu

    Nehir yatağında, taşların koynunda,
    Sular serin akar, alabalık uykuda.
    Yosunlar dans eder, suyun yüzünde,
    Güneş ışığı kırılır, bin bir renkte.
    Derinlerde bir sır, saklıdır belki de,
    Unutulmuş zamanlar, yaşanmış hikâyeler.
    Suyun sesi ninni, dinlendirir her şeyi,
    Taşlar şahit, nehrin sonsuzluğuna.
    Alabalık rüyasında özgürce yüzer,
    Uyanmak bilmez, huzurla uyur.

    ***

    Köpükler beyaz,
    Anılar gibi.

    ***

    Kıyıda söğütler, dallarını eğmiş,
    Nehre selam verir, hüzünle karışık.
    Kuşlar şarkı söyler, dalların üstünde,
    Hayat devam eder, nehir akarken.
    Balıkçı umutla bekler, oltası suda,
    Belki bir şans, belki bir kısmet.
    Nehir cömerttir, bazen verir, bazen almaz,
    Sırlarını saklar, derinlerde tutar.
    Alabalık uyanır, bir anlık ürpertiyle,
    Sonra tekrar dalar, rüyasının içine.

    ***

    Yakamoz vurur suya, gece yarısı,
    Gümüş bir örtü serilir nehrin üstüne.
    Yıldızlar yansır, sanki gökyüzü iner,
    Suların derinliğine, gizemli bir düş.
    Aşkın fısıltısı duyulur uzaktan,
    Nehir taşır, sevenlerin dualarını.
    Geçmişin izleri silinir yavaşça,
    Yeni umutlar yeşerir kıyısında.
    Alabalık izler, bu büyülü anı,

    ***

    Su akar gider,
    Ömür gibi.

    ***

    Gün ağarır, nehir uyanır yeniden,
    Hayat başlar, tüm canlılığıyla.
    Güneş ısıtır, taşları ve toprağı,
    Nehir can verir, her damlasıyla.
    Alabalık yüzer, özgürce ve mutlu,
    Nehrin türküsünü dinleyerek.
    Kıyıda çocuklar oynar, kahkahalarla,
    Nehir şahit, neşelerine ve sevinçlerine.

    ***

    Sonsuz bir döngü,
    Nehir ve hayat.

  • Hayal Mezatı

    Zihnimde kurulan bir hayal mezatı bu,
    Umutlar sergilenir, hevesler açık artırmada.
    Geçmişin tozlu anıları, vitrinde parıldayan yalanlar,
    Geleceğe dair düşler, en yüksek fiyata alıcı bekler.
    Yüreğim bir müzayede salonu, yankılanır sesler,
    Her biri bir umut vaadi, her biri bir pişmanlık sebebi.
    Çocukluğumun kayıp oyuncakları, sahnede arz-ı endam eder,
    Masumiyetim, en değerli antika, elden çıkarılmak üzere.

    Kederim, en ucuz mal, kimse yüzüne bakmaz,
    Sevinçlerim, nadide eserler, kıymetini bilen olmaz.
    Aşk, sahte bir pırlanta, ışığı göz kamaştırır,
    Ama sahteliği acı bir gerçektir.
    Hayallerim birer birer satılır,
    Ben, bu mezatta hem alıcı, hem satıcı.

    Gözyaşlarım, sahte para, kimse kabul etmez,
    Gülüşlerim, antika vazo, kırılmaya mahkûm.
    Dostluklar, eski mobilyalar, cilası dökülmüş,
    Güven, solmuş bir çiçek, kokusu kaybolmuş.
    Her bir eşya bir anı, her bir anı bir yara,
    Ben, bu yaraları sarmak yerine, mezata çıkarırım.
    Çünkü kabuk bağlayan her yara, yeni bir başlangıçtır,
    Ve her başlangıç, yeni bir hayal demektir.

    Sessizlik hakim,
    Müzayede bitti.

    Kalanlar benim, satılamayanlar,
    Değersiz addedilenler, kenara atılanlar.
    Onlarla yaşarım ben, onlarla nefes alırım,
    Çünkü onlar, benim gerçeğimdir, benim kimliğim.
    Hayallerim tükenmez, yeniden başlar mezat,
    Her gün yeni umutlarla, her gün yeni düşlerle.
    Bu döngü böyle sürer gider,
    Hayat denen bu garip oyunda.

    Yarın yeni bir gün,
    Yeni bir hayal.

    Ve ben, bu hayal mezatının daimi müşterisi,
    Kendi ruhumu ararım satılanların arasında.
    Belki bir gün bulurum kaybolan parçamı,
    Belki de sadece yalanları satın alırım.
    Ama ne olursa olsun, devam ederim aramaya,
    Çünkü hayal kurmak, yaşamanın ta kendisidir.

  • Unutulmuş Köprü

    Taş duvarlar arasında bir nehir akar usulca,
    Yosun tutmuş kemerlerde yankılanır geçmişin sesi.
    Yalnız bir köprü, unutulmuş bir hikaye,
    Ay ışığı altında parıldar, sırlarını saklar.
    Kuşlar yuva yapar çatlaklarında, rüzgar eser içinden,
    Zamanın acımasızlığına meydan okur hala.
    Ne bir ayak sesi duyulur, ne bir sevda sözü,
    Sadece nehrin türküsü eşlik eder yalnızlığına.

    Sular yükselir bazen, taşar kıyılarına,
    Köprü titrer, hatıralar canlanır bir an.
    Bir zamanlar aşıklar geçerdi üzerinden el ele,
    Şimdi ise sadece gölgeler dans eder karanlıkta.
    Belki bir gün yeniden canlanır bu köprü,
    Belki bir yolcu çıkar gelir, adımlarını atar üzerine.

    Yılanlar gizlenir taşların arasında, örümcekler ağ örer,
    Güneş doğar her sabah, batar her akşam aynı umutsuzlukla.
    Nehir akmaya devam eder, hiç durmadan, hiç yorulmadan,
    Köprü bekler, sabırla, sessizce, kimsesizce.
    Yosun kokusu sinmiştir her yerine, küf kokusu yayılır,
    Bir zamanlar hayat dolu olan bu köprü, şimdi bir hayalet.
    Ve ben, bu unutulmuş köprüde bir anı olurum,
    Sonsuzluğa doğru akan bir su damlası gibi kaybolurum.
    Sadece nehir hatırlar beni, köprü fısıldar adımı,
    Geçmişin derinliklerinde bir iz bırakırım.

  • Ay Işığı Fısıltısı

    Gecenin koynunda bir melodi yükselir,
    Uykusuz şehir, yıldızlara göz kırpar.
    Ay ışığı, bir fısıltı gibi iner yeryüzüne,
    Gizli kalmış sırları açığa çıkarır.
    Yalnız ruhlar, gölgelerde dans eder,
    Hatıralar canlanır, eski bir aşkın izleri belirir.
    Saatler durulur, zaman kaybolur gider,
    Gece, sonsuz bir rüya gibi sarar her yeri.

    Kimsesiz sokaklarda yankılanır bir piyano sesi,
    Kırık dökük umutlar, yeni bir umutla yeşerir.
    Ay ışığı, bir şifa gibi dokunur yaralara,
    Sessizce ağlayan kalplere teselli verir.
    Gecenin sessizliği, bir sığınak olur,
    Kaçırılan düşler, yeniden hayata döner.
    Yıldızlar, yol gösterir karanlıkta kaybolanlara,
    Ay ışığı, bir umut ışığı, her gece yeniden doğar.
    Gecenin sırrı, aşkın büyüsü, hayatın anlamı,
    Ay ışığı fısıltısında saklıdır, derinden.
    Ve ben, bu fısıltıyı dinlerim, her gece yeniden.