Kategori: Şiir

  • Saklanma Sanatı

    Sığınmayacaksın duvarlara, öyle içten içe.
    “Burada güvendeyim.” demeyeceksin.
    Demeyeceksin işte.
    Çünkü güvende değilsin.
    Öyle basit kurtuluşlar beklemeye gerek yok ki.
    Çok alışmayacaksın mesela. O duvarlar yıkılırsa şaşırırsın.

    Ve zaten genellikle o duvarlar yıkılır bir gün,
    Senin onlara alıştığından.
    Çok sığınmazsan, çok incinmezsin.
    Çok kapatmazsan kendini, çok yabancı da olmazsın hem.
    Hatta nefesini bile çok saklamayacaksın.
    Senin değilmiş gibi vereceksin.
    Hem hiçbir şeyin saklı değilse, bulunmaktan da korkmazsın.

    Onlarsız da nefes alabilirmişsin gibi davranacaksın.
    Çok engel olmayacak mesela önünde.
    Rahatça görebileceksin.
    İlle de bir şeyi saklayacaksan,
    Gözlerinin arkasındaki umudu saklayacaksın.
    Umutlarını saklayacaksın,
    Hayalleri, düşleri…
    Mesela en karanlık an, senin sırrın olacak.
    “O benim.” diyeceksin.
    Mutlaka sana ait olmasın istiyorsan bir şeylerin…
    Mesela sessizlik senin olacak.
    İlle de bir şeye ait olacaksan, anılara ait olacaksın.

  • Şafak Vakti Sirenleri

    Şafak sökmeden çalar sirenler
    Yine bir umutsuzluk haberi gelir
    Sanki gökyüzü ağlar sessizce
    Her ışık bir vedayı fısıldar
    Yüreğimde bir acı büyür durur
    Kim bilir kim ayrıldı sevdiklerinden
    Belki bir baba belki bir evlat
    Bu şehir her gün bir yas tutar
    Sirenlerin sesi bir ağıt olur
    Duvarlar bile bu derde ortak olur

    Güneş doğarken yüzüme vurur
    Ama içimde karanlık bir his var
    Belki de bu yüzden şafak sevmem

    Şehrin üstünde gri bir duman
    Umutlar tükenirken sessizce
    Herkes kendi derdine düşmüş sanki
    Bir kuş kanat çırpar uzaklara
    Belki o da kurtulmak ister burdan
    Bu acımasız ve yabancı dünyadan
    Belki bir gün ben de uçarım

    Siren sesi yine yankılanır
    Bir umutsuz çığlık gibi
    Yüreğimde bir sızı kalır

    Şafak vakti sirenleri susmaz
    Bu şehirde yas hiç bitmez
    Belki de bu yüzden yaşlanmam

  • Yitik Umutlar Atlası

    Beklenti bir kuş, uçmaya hazır,
    Kanatları henüz açılmamışken kırılır,
    Düşer avuçlarına hayalperestin.

    Hayal kırıklığı bir deniz, dalgaları hırçın,
    Vurur kıyılarına umut kırıntılarının,
    Kabuk bağlamayan yaraları deşer durmadan,
    Her fırtınada biraz daha yitirirsin kendini,
    Yönünü şaşırırsın pusulan kırıldığında,
    Kaybolursun dipsiz kuytularda,
    Boğulursun gözyaşlarının deryasında.

    Yitirilmiş umutlar atlası, sayfaları yırtık,
    Çizgileri silinmiş, rotası kayıp,
    Her satırında bir pişmanlık fısıltısı,
    Her köşesinde bir hayal kırıklığı çığlığı,
    Ellerin titrer dokundukça anılarına,
    Yüzün buruşur geçmişin acı hatıralarıyla,
    Kalbin sızlar geleceğe dair umutsuzlukla,
    Zaman durulur, nefesin kesilir,
    Dünya döner ama sen yerinde sayarsın,
    Yalnızlığın koynunda teselli ararsın,
    Biliyorsun, her düşüş yeni bir başlangıçtır.

    Kırgınlık bir zehir, damarlarına işler,
    Ruhunu karartır, içini kemirir,
    Gülüşün sahte, bakışın donuk,
    Sözlerin anlamsız, kalbin buruk,
    Aşkın bir yalandan ibaret olduğunu düşünürsün,
    Dostluğun bir maske olduğunu sanırsın,
    İnsanlığın karanlık yüzüyle tanışırsın,
    Kendi gölgenden bile korkar hale gelirsin,
    Unutma, her karanlığın ardında bir ışık vardır.

    Düş kırıklığı bir labirent, çıkışı olmayan,
    Duvarları aynalarla örülü, kendi yansımana hapsolursun,
    Her adımda aynı yüz, aynı çaresizlik,
    Sesin yankılanır boşlukta, kimse duymaz,
    Yolunu kaybedersin, umudunu yitirirsin,
    Kendi kuyunu kazarsın, içine düşersin,
    Çırpınışların faydasız, yardım eli uzanmaz,
    Yükselmek istersin, aşağı çekilirsin,
    Hatırla, her labirentin bir çıkışı bulunur.
    Bulmak için sabır ve azim gerekir,
    Umutsuzluğa kapılma, yeniden dene.

    Hayaller bir balon, gökyüzüne bırakılır,
    Rüzgarın insafına kalır, savrulur durur,
    Patlar bir anda, tüm renkleri kaybolur,
    Geriye sadece bir parça plastik kalır,
    İşte o an anlarsın, her şeyin boş olduğunu,
    Her şeyin bir illüzyondan ibaret olduğunu,
    Hayatın bir oyun olduğunu, kuralları olmayan,
    Kaybetmenin kaçınılmaz olduğunu,
    Kaderin cilvesiyle yüzleşirsin,
    Kabullenmek zorundasın, her şeyi,
    Hayatın acımasız bir sınav olduğunu.

    Yine de güneş doğar.

  • Pikselleşen Anılar Çağı

    Gerçeklik bir ekran kadar soğuk artık,
    Duygular emojilere indirgenmiş,
    Her şey filtrelenmiş bir görüntü.

    Aşk, algoritma önerisiyle başlar,
    Yüzeysel beğenilerde filizlenir,
    Derinleşemeden sanal bir boşlukta kaybolur.
    Hatıralar, bulutlarda saklanan veriler,
    Silinmeye mahkum, pikselleşmiş anılar yığını.
    Kim özlerdi ki bu yapay cenneti?

    Modern tanrılar kod yazarken uyumuyor,
    Yeni bir din icat ettiler: Tüketim.
    Her beğeni bir ibadet, her paylaşım bir dua,
    Ama ruh boş, kalp yorgun,
    Gerçek dokunuşlar çok uzaklarda.

    Eskiden yıldızlar vardı, şimdi neon ışıkları,
    Eskiden mektuplar vardı, şimdi anlık mesajlar.
    Eskiden sohbetler vardı, şimdi bildirim sesleri.
    Kim hatırlar, el yazısının sıcaklığını,
    Bir dostun sesini, göz göze gelmenin anlamını?
    Belki de bu yüzden,
    Robotlar bile insan gibi davranmaya çalışıyor,
    Çünkü onlar da biliyorlar,
    Dijital dünya, kalbin yerini tutamaz.
    Yalnızlık, en çok satan uygulama artık,
    Ve biz, ekranlara tutsak, kayıp bir nesil.
    Bekliyoruz, belki bir gün,
    Pikseller erir ve gerçeklik geri gelir.

  • Yaz Sonu Melankolisi

    Ne ağaç özler çiçeği,
    Ne toprak bekler yağmuru.
    Ne de rüzgar, son nefesi,
    Hüzün sardı içimi dur.

    Geçti istemem yazı geri,
    Sessizliğin oldum eri;
    Bırak dertlerimle beni,
    Coşkun günler çoktan kuru.

    Savrulur yaprak dalından,
    Uzaklaşır gönül yurdundan,
    Kaybolur izim kumdan,
    Eylül, bir veda türküsü.
    Sessizce ağlar yüreğim.

  • Yankılanan Sessizlik

    Beklesem gelir miydi o gemi bir gün,
    Uzaklarda yanan bir ışık misali?
    Kader ağlarını ördü usulca,
    Denizin dibine çekilen umutlar gibi.
    Sessiz bir çığlık şimdi içimde.

    Limanlara veda yakışır mıydı,
    Yüzümde solan bir gül gibi?
    Söyleyemedim.

  • Kaybolan Yüzler Atlası

    Anılar birer resim, solgun renkleriyle asılı,
    Geçmişin duvarlarında, sessiz birer fısıltı.
    Kimler vardı o dehlizde, kimlerin izi kaldı,
    Yüzleri unutulmuş, isimleri dilden düştü.
    Bir zamanlar hayatımın en parlak yıldızları,
    Şimdi sis perdesinin ardında kayıp suretler.
    Bir gülüş, bir bakış, bir dokunuş hatırlanır,
    Gerisi muğlak, bir rüyanın silik hatırası.

    Vuslatın şarkıları söylenmeden sustu,
    Ayrılık bir nehir gibi aktı aramızdan.
    Gözlerim arar, kaybolan o yüzleri,
    Bir umut ışığı parlar mı yeniden?
    Belki bir gün, bir tesadüfle karşılaşırız,
    Unutulmuş bir sokakta, bir yağmur altında,
    Ve hatırlarız, o eski günlerin sıcaklığını.

    Şimdi sadece bir atlas kaldı elimde,
    Kaybolan yüzlerin, soluk birer yansıması.
    Belki de unutmak en doğrusudur,
    Ama bir burukluk kalır içimde,
    Geçmişe dair, silinmeyen bir iz.

  • Uçurum Çiçeği

    Aklın seni çağırdığı kadar akıllısın,
    Duyguların coştuğu kadar deli…
    Tenin hissettiği kadar varsın,
    Ruhun göklere yükseldiği kadar yeni…
    Yüreğinle bağlandığın kadar yakınsın,
    Korkularınla yüzleştiğin kadar cesur.
    Hayallerin rengi ne olursa olsun,
    Hayata baktığın yerdedir özün.

    Kaybettiklerini ders sayma:
    Kaybettiğin kadar zenginsin aslında;
    Ne kadar direnirsen diren,
    Sevdiğin kadardır hayatla bağın.
    Umut edebildiğin kadar özgürsün,
    Yıkılma, unutma, düştüğün kadar kalkacaksın.
    Sakın vazgeçme,
    Çabaladığın kadar başarırsın.
    Güneşin batışındadır umudun sana fısıldadığı şarkı,
    Ve kendine inandığın kadar güçlüsün.

    Bir gün pişman olacaksan eğer,
    Bırak yüreğin seni affettiği kadar affetsin.
    Hatırlandığın kadar kalırsın.

  • Sis Perdesi Ardında

    Bir muamma saklıdır sisin koynunda,
    Ne olduğunu bilmeden yürürüm.
    Belki bir umut, belki bir acı,
    Bekliyor beni o perdenin ardında,
    Adımlarımı bilmeden atarım.

    Zamanın ötesinden fısıltılar gelir,
    Tanıdık bir melodi sanki,
    Yitik anılar canlanır bir bir,
    Yüzler belirir, silinir sonra.
    Bu sis, bir rüya mı, yoksa gerçek mi?
    Kaybolmuş bir şehrin hayaleti mi?
    Aradığım cevap burada mı gizli?

    Bekleyiş uzar,
    Sonsuz bir yol,
    Belki de hiç bitmez.

    Belki de bir yanılsamadır bu,
    Belki de sadece bir oyun,
    Rüzgarın sesine karışan bir fısıltı.
    Yine de yürürüm, bilmeden nereye,
    Çünkü bir şey beni çağırır derinden,
    Beni bu muammanın içine çeker,
    Kurtulmak mümkün değil artık bundan,
    Bu sis benim kaderim oldu.

    Sis dağılır mı bir gün, kim bilir,
    Belki de her şey değişir o zaman,
    Belki de hiçbir şey aynı kalmaz.
    Ancak şimdi, sisin esiri olmuşken,
    Görmeden yürümeye devam ederim,
    Kaderimdeki o büyük muammayı
    Çözebilmek adına umutla beklerim,
    Çünkü beklemekten başka çarem yok,
    Sis perdesi aralanana dek.

  • Yalın Şölen

    Davet etmeyeceksin şölenine herkesi, öyle hoyratça.
    “Gelmezse eksik kalır.” demeyeceksin.
    Demeyeceksin işte.
    Çünkü sen varsın.
    Öyle tumturaklı sofralar kurmaya gerek yok ki.
    Çok içki koymayacaksın mesela. O daha çok içerse bulanırsın.
    Ve zaten genellikle o daha çok içer senin için,
    Senin kendini tuttuğundan.
    Çok içmezsen, çok dağılmazsın.
    Çok hatırlamayınca, çok pişman da olmazsın hem.
    Hatta kadehini bile çok sahiplenmeyeceksin.
    Onunmuş gibi davranacaksın.
    Hem hiçbir şeyi çok istemezsen, hayal kırıklığına da uğramazsın.

    Onsuz da eğlenebilirmişsin gibi davranacaksın.
    Çok misafirin olmayacak mesela sofranda.
    Sakin sakin yiyebileceksin.

    İlle de bir şeyleri tadacaksan,
    Zeytinyağının güneşte parladığı anı tadacaksın.
    Denizi tadacaksın,
    Tuzu, yosunu, rüzgarı…
    Mesela deniz börülcesi, senin yemeğin olacak.
    “O benim.” diyeceksin.
    Mutlaka sana ait olmasın istiyorsan bir şeylerin…
    Mesela gün batımı senin olacak.

    İlle de bir şeye ait olacaksan, anlara ait olacaksın.
    Mesela o ilk yuduma, ya da kahkahaya.
    Ya da hatıralara ait olacaksın.

    Çok gülümsemeyeceksin, sonra gözlerin acır.
    Az kahkaha atacaksın, sonra sesi yankılanır durur.
    Ne çok yiyeceksin, ne de aç kalacaksın.
    Yeteri kadar isteyeceksin sadece.
    Ne kalbini çok açacaksın, ne de tamamen kapatacaksın.
    Sadece bir aralık bırakacaksın.
    Ne çok konuşacaksın, ne de suskun kalacaksın.
    Anlamlı kelimeler seçeceksin.
    Ne çok dans edeceksin, ne de hiç kıpırdamayacaksın.
    Ritmine uyacaksın hayatın.

    Çok sahiplenmeden, çok ait olmadan kutlayacaksın.
    Hem her an bitecekmiş gibi,
    Hem de hep sürecekmiş gibi o an.
    Hafif yaşayacaksın. Ucundan dokunarak…