Şiirler

  • AYNALARIN SIRRI

    Düş kırıkları birikir usulca,
    Kaybolmuş yüzler ardında.
    Geçmişin tozlu nefesi.

    Aynalar yalan söyler, sırlar saklar,
    Her yansıma bir başka gerçeklik.
    Kim olduğunu unutursun bakarken,
    Derinliklerde kaybolur benliğin.
    Gözlerin karanlığa takılır,
    Suretin silinir zamanla.
    Aynalar seni yargılar, affetmez,
    Geçmişin hayaletleri dans eder önünde.
    Bir labirenttir her yansıma,
    Çıkış yolu yoktur, kaçamazsın.
    Aynaların sırrı, sonsuz bir döngüdür.


  • Karanfil Sızısı

    Gözlerimden sızan karanfil kokusu,
    Bir yangının külü sinmiş tenime.
    Hatıralar canlanır, eski bir sandıkta,
    Her biri birer zehirli ok, saplanır içime.
    Işık, bir yabancı el uzanır karanlığa,
    Ama ben kaçarım, saklanırım gölgeme.
    Bu şehir bir labirent, çıkışı olmayan,
    Ben kaybolmuş bir gezgin, yolunu yitiren.

    Yüzümde beliren çizgi,
    Belki bir ağacın kökü, belki de bir nehrin yatağı.
    Kalbim, bir saat gibi tıklar durur,
    Zamanın acımasız akışını fısıldar.
    Aşk, bir zehirli sarmaşık,
    Sarmalar ruhumu, boğar beni.
    Gözyaşlarımla sularım karanfillerimi.

    Ruhumda açan karanfil,
    Bir intihar çiçeği gibi zehirler beni.
    Geceleri gökyüzüne bakarım, yıldızlar kaybolur,
    Ay bir bıçak gibi keser karanlığı.
    Bu hayat, bir kumar masası, kaybettim her şeyimi,
    Umutlarım birer birer düşer yere.
    Ben, karanlığın çocuğuyum, ışığa hasret,
    Yüreğimde sönmeyen bir karanfil sızısı.


  • Yıldızsız Hayaller

    Uykusuz gecelerin küflü aynasında,
    Yıldızsız hayaller büyütürüm usulca.
    Kirpiklerim arasına sızan karanlık,
    Bir ömürlük hapsin soğuk nefesi.
    Ruhum, terk edilmiş bir gemi misali,
    Dalgaların insafına bırakılmış, çaresiz.
    Kelimelerim paslı birer zincir,
    Düşüncelerimi bağlayan, özgürlüğümü çalan.
    Bu şehir bir labirent, çıkışı olmayan,
    Her sokak bir çıkmaz, her köşe bir tuzak.
    Ben, bu labirentin kayıp gezgini,
    Yolumu ararken, kendimi yitiririm.
    Umut, gökyüzünde asılı duran bir balon,
    İplerim kopmuş, rüzgarla savrulurum.
    Gözyaşlarım mürekkep olur, kâğıda düşer,
    Yazılmamış bir destanın yarım kalmış mısraları.
    Yüzümde bir maske, sahte bir tebessüm,
    İçimde kopan fırtınaları gizleyen.
    Ve ben, bu yıldızsız hayallerin bekçisi,
    Karanlığa meydan okurum, umutla yaşarım.
    Belki bir gün, gökyüzü aydınlanır,
    Ve yıldızlar düşer avuçlarıma.


  • Sessizlik Katedrali

    ŞİİR GÖVDESİ
    Unutuşun mimarı, bir fısıltı bina eder,
    Seslerin terk ettiği, boş bir katedrali.
    Yankılar gölgelenir, geçmişin duvarlarında,
    Hatıraların külleri, kutsal zemine serpilir.
    Kimsesiz dualar yükselir, kırık vitraylardan,
    Güneşin solgun ışığı, tozlu huzmelerle iner.
    Bir zamanlar yankılanan ilahiler suskun,
    Yerini aldı sessizliğin, ağır ve derin nefesi.
    Her taş bir anı, her sütun bir unutulmuş yemin,
    Zamanın aşındırdığı, bir aşkın solgun portresi.
    Kubbeler çökmüş, umutlar enkaz altında,
    Yalnızlık nöbet tutar, terk edilmiş mihrapta.
    Gecenin kanatları örter, bu harabe mabedi,
    Yıldızların gözyaşları, ıslatır taş zemini.
    Bir hayalet dolaşır, koridorlarda yavaşça,
    Unutulmuş bir melodi mırıldanır dudaklarında.
    Belki bir zamanlar sevmişti, belki bir zamanlar acı çekmişti,
    Şimdi sadece sessizliğin, bir parçasıdır artık.
    Kuşlar yuva yapar, yıkık kulelerinde,
    Rüzgâr eser, kırık camlardan içeri, hüzünle.
    Bir kitap bulunur, tozlu bir sandıkta,
    Unutulmuş bir dilin, kelimeleriyle dolu.
    Belki bir sır saklar, belki bir lanet taşır,
    Bu sessizlik katedralinin, derinliklerinde gizli.
    Her adım bir yankı, her nefes bir fısıltı,
    Geçmişin hayaletleri, etrafta dolaşır usulca.
    Bir zamanlar hayat dolu olan, bu kutsal mekan,
    Şimdi sadece unutuluşun, hüküm sürdüğü bir yer.
    Ziyaretçisi yok, seveni yok, hatırlayanı yok,
    Sessizliğin kucağında, sonsuza dek uyuyacak.
    Belki bir gün birisi gelir, bu harabe mabede,
    Ve yeniden can verir, unutulmuş hatıralara.
    Belki bir mum yakar, belki bir dua okur,
    Ve sessizliğin lanetini, kırar sonsuza dek.
    Ama o güne kadar, bu katedral bekleyecek,
    Unutuluşun kucağında, sessizce ve yalnız.
    Taş duvarları arasında, yankılanan fısıltılarla,
    Geçmişin hayaletlerini, ağırlayacak her zaman.
    Ve sessizlik hüküm sürecek, sonsuza dek,
    Bu unutulmuş katedralin, derinliklerinde gizli.
    Unutuşun gölgesi çökerken, tüm hatıralar silinir,
    Sadece sessizlik kalır geriye, sonsuza dek sürecek.
    Bir fısıltı duyulur, rüzgarın esintisiyle karışır,
    Unutulmuş bir ismin, son yankısıdır belki de.
    Katedralin taşları, geçmişin tanıklarıdır,
    Her birinde bir hikaye saklı, anlatılmayı bekleyen.
    Ancak kimse dinlemez, kimse anlamaz,
    Sessizliğin dilini, sadece unutuluş bilir.
    Güneş batarken, katedralin silueti kaybolur,
    Karanlığın içinde, bir hayalete dönüşür.
    Yıldızlar parıldar, gökyüzünde sessizce,
    Unutulmuş bir aşkın, gözyaşları gibi sanki.
    Ve katedral uyur, sonsuz bir uykuya dalar,
    Unutuluşun kucağında, huzur içinde.
    Belki bir gün birisi gelir, bu kutsal mekana,
    Ve yeniden keşfeder, unutulmuş hatıraları.
    Belki bir fısıltı duyar, rüzgarın esintisiyle karışır,
    Unutulmuş bir ismin, son yankısıdır belki de.
    Ancak o güne kadar, katedral bekleyecek,
    Sessizliğin kucağında, sonsuza dek uyuyacak.
    Unutuşun mimarı, işini tamamlamış,
    Sessizlik katedrali, sonsuza dek ayakta kalacak.
    Bir zamanlar seslerin yankılandığı bu mekanda,
    Şimdi sadece unutuluşun fısıltısı duyulacak.
    Ve katedral uyur, sonsuz bir uykuya dalar,
    Unutuluşun kucağında, huzur içinde.


  • Kum Saatinde Dans

    Zamanın dişlileri arasında sıkışmış bir anıyım ben,
    Kum saatinde akıp giden bir figüran.
    Her zerresi bir geçmiş, her damlası bir pişmanlık,
    Geçmişin tozlu raflarında unutulmuş bir hatıra.
    Yelkovan akrebe küskün, döngü tamamlanmaz,
    Saatler durulur, zaman askıda kalır.
    Ben, bu sonsuz bekleyişin mahkûmu,
    Kum taneleri arasında dans eden bir siluet.
    Aynadaki yansımam yabancı, tanıdık olmayan,
    Çocukluğumun izleri silinmiş, yüzümde çizgiler belirginleşmiş.
    Her düşüş bir ders, her kalkış bir umut,
    Ama umutlar tükenir, hayaller yarım kalır.
    Kum saati kırılır, zaman dağılır dört bir yana,
    Ben, bu enkazın altında kaybolurum sessizce.
    Ve bu dans, bitmeyen bir ritüel, sonsuz bir çile,
    Zamanın kumunda savrulup giderim, bir hiç uğruna.


  • Düş Kapanı

    Gözlerimden süzülen renkli sis,
    Düşlerimin labirentinde kayboluşum.
    Uyanış, bir yabancı gibi kapımda.

    Her sabah aynı bilinmezliğe açılırım,
    Hatırlayamadığım yüzler, silinmiş anılar.
    Düş kapanım örüyor ağlarını usulca,
    Gerçeklik, solgun bir yankı sadece.


  • Yitik Zaman Sandalı

    Unutuşun kıyısında bekleyen bir sandalım ben,
    Yelkenleri yırtık, kürekleri kırık, rotasızım.
    Hatırlamamanın sisleri çökmüş zihnime,
    Anılar silinmiş birer birer, kaybolmuşum.
    Geçmişin izleri silinirken zamanla,
    Yüzümdeki çizgiler derinleşir, artar acım.
    Kim olduğumu unutmadan önce, kimdim ben?

    Belleğimde yankılanan bir boşluk, dipsiz bir kuyu,
    İçinde kaybolan isimler, yüzler, sesler var.
    Unutulmuş bir aşkın hayaleti dolaşır içimde,
    Kimindi o gözler, kimindi o sıcak nefes?
    Bir zamanlar kalbimi ısıtan o sevgi nerede,
    Hatırlamak isterken daha da unuturum, nafile.
    Yoksa ben hiç sevilmedim mi, hiç yaşamadım mı?

    Şimdi sadece bir gölgeyim,
    Kendi geçmişinden kaçan.
    Unutuşun rüzgarı savurur beni,
    Bilinmez diyarlara sürükler.

    Her yeni gün bir yabancı, her an bir muamma,
    Hatırlayamadığım bir hayatın içinde kaybolurum.
    Unutmak mı kurtuluş, hatırlamak mı işkence,
    Bilemiyorum, ikisi de aynı acıyı veriyor.

    Zamanla silinir her şey, unutulur tüm hatıralar,
    Aşklar, nefretler, sevinçler, kederler hepsi birer birer.
    Geriye sadece bir boşluk kalır, dipsiz ve sonsuz,
    Ve ben o boşlukta kaybolmuş bir ruh gibi dolanırım.
    Bir zamanlar kim olduğumu, ne yaşadığımı,
    Neden sevdiğimi, neden nefret ettiğimi unuturum.
    Belki de unutmak en iyisidir, en azından acımaz,
    Ama unutmak aynı zamanda var olmamak demektir.

    Unutuşun pençesinde kıvranırken ben,
    Bir an gelir ki, kendimi bile unuturum.
    Kim olduğumu, nerede olduğumu, neden yaşadığımı,
    Her şeyi unuturum, her şey silinir zihnimden.
    Sadece bir boşluk kalır geriye, sonsuz ve karanlık,
    Ve ben o boşluğun içinde kaybolurum sonsuza dek.
    Belki o zaman kurtulurum bu acıdan, bu çileden,
    Belki de o zaman gerçek huzuru bulurum.

    Unutuldum, unutuldum,
    Hiç var olmadım sanki.
    Bir hiçliğe karıştım.


  • Uykusuz Kentin Melodisi

    Neon ışıkları altında kaybolmuş bir gece,
    Asfalt yollarda yankılanan yalnız adımlar.
    Gölgeler dans eder duvarlarda, birer hayalet gibi,
    Uykusuzluğun şarkısı fısıldar kulaklarıma.
    Kent, dev bir canavar gibi solur karanlıkta,
    Her sokak lambası birer göz, beni izler.
    Çatı katlarında unutulmuş düşler birikir,
    Ve ben, bu beton ormanın yabancısı.

    Kaldırım taşları altında ezilen umutlar,
    Bir kedi miyavlar çöp tenekesinin dibinde,
    Sabahın ilk ışıklarına hasret bir bekleyiş.
    Taksiler korna çalar, sirenler yırtar sessizliği,
    Bir barmen bardakları siler, yorgun gözlerle.
    Duvarlardaki grafitilerde saklı isyanlar,
    Aşk şarkıları yazılır gizlice, karanlık köşelerde.
    Bir dilenci el açar, görmezden gelinir çoğu zaman,
    Uykusuzluğun melodisi yükselir, daha da artar.

    Gökdelenlerin tepesinde asılı kalmış hayaller,
    Rüzgar eser, yapraklar düşer, zaman geçer gider.
    Bu kent bir labirent, çıkışı olmayan, kaybolurum,
    Her köşesinde farklı bir hikaye, farklı bir acı.
    Bir sokak sanatçısı çizim yapar, umutsuz bir portre,
    Ben, bu uykusuz kentte bir gölge, bir yabancı.
    Yıldızlar kaybolur, güneş doğar yavaş yavaş,
    Ve bu beton ormanda yeni bir gün başlar.


  • Düş Kapanı

    Rüyalarımın sarp yamaçlarında gezinen gölgeler,
    Düş kapanıma takılan kayıp zamanların suretleri.
    Bilinçaltımın dehlizlerinde yankılanan fısıltılar,
    Uyku ile uyanıklık arasında sıkışmış bir anı.
    Her gece yeni bir labirent, her sabah başka bir çıkış,
    Zihnimin girdabında savrulan hatıraların izleri.
    Yıldızların altında dans eden hayaletler,
    Güneşin ilk ışığıyla kaybolan düşsel figürler.
    Bir masalın içinde kaybolmuş bir gezginim,
    Gerçekliğin sınırlarını aşan bir serüven peşinde.

    ***

    Yüreğimde biriken düş kırıkları,
    Yüzüme vuran acımasız gerçekler.

    ***

    Düşlerimin enkazında yükselen umut,
    Karanlığın içinden doğan bir güneş gibi.
    Yeniden başlamak için bir fırsat,

    ***

    Ruhumun derinliklerinde saklanan sırlar,
    Aydınlığa kavuşmayı bekleyen.

    ***

    Kendi içimde bir yolculuğa çıktım,
    Bilinmezlere doğru yelken açtım.

    ***

    Düş kapanım, beni koruyan bir tılsım,
    Kabusların pençesinden kurtaran bir kalkan.
    Rüyalarımın karmaşık örüntüsünde yolumu buldum,
    Gerçeğe tutunarak, hayallere sığınarak yaşadım.
    Her düş bir sınav, her uyanış bir zafer,
    Kendi içimdeki savaşı kazanarak güçlendim.
    Gecenin karanlığına meydan okudum,
    Umutlarımın ışığıyla aydınlattım yolumu.
    Düş kapanımın tellerinde asılı kalan anılarım,
    Geçmişin izlerini silmeden, geleceğe umutla baktım.
    Ve şimdi, yeni düşler kurmak için hazırım,
    Düş kapanım, beni sonsuzluğa taşıyacak bir gemi.


  • Karanlıkta Fısıldayan Ağaçlar

    Gece çökerken ormana, bir ürperti sarar her yanı,
    Gölgeler uzar, fısıltılar duyulur derinlerden.
    Ağaçların yaprakları birer sır gibi saklar geçmişi,
    Kökleri toprağın altında, karanlık bir öykü anlatır.
    Rüzgarın sesiyle dans eder dallar,
    Uykusuz bir bekleyişin şarkısını söylerler.

    Yıldızlar kaybolur bulutların ardında,
    Ormanın kalbi daha hızlı atar şimdi.
    Gizemli bir güç dolaşır havada,
    Sessizlik bile bir çığlık gibi yankılanır.
    Karanlıkta fısıldayan ağaçlar, asla dinmeyen bir masal.