Kategori: Şiir

  • Kül Renginde Şafak

    Ateşin külleri dans eder avuçlarımda,
    Eski bir yangının solgun hatırası.
    Şafak sökerken gri bir perde iner dünyaya,
    Umutsuz bir bekleyişin sessiz çığlığı.
    Rüzgar fısıldar geçmişin acı şarkısını,
    Yüzüme çarpar kaybedilmiş baharların kokusu.
    Yorgun gözlerim arar bir umut ışığı,
    Bu kül rengi şafakta, kaybolmuş bir anlam.

    Baharın müjdesi gelmez artık bu şehre,
    Çiçekler solgun, kuşlar sessiz.
    Yüreğimde biriken keder, derin bir uçurum,
    Düşerim her gün biraz daha dibine.
    Zaman, bir kum saati gibi akar ellerimden,
    Tükenir umutlar, solar hayaller.
    Ben, bu kül yığını içinde bir yabancı.

    Ateş söner, geriye yalnızlık kalır,
    Bir enkaz yığını, bir yıkım manzarası.
    Gözlerim kapanır, düşlerim karabasan,
    Ruhum firar eder, bedenim esir.
    Bu kül rengi şafakta, umut yeşermez.

    Küllerim savrulur, anılarım gömülür,
    Ateşin dansı biter, sessizlik başlar.
    Kül renginde şafak, sonsuz bir veda,
    Ve ben, kaybolurum külrenginde.

  • Kül Rengi Veda

    Nehir yatağında unutulmuş bir taşım ben,
    Akıntılarla savrulmuş, yosun tutmuş anılarım.
    Kuşlar uçmaz artık üzerimden.

    Sessizliğim yankılanır bu ıssız vadide,
    Güneş batarken vurur yüzüme son ışıklar.
    Yalnızlığım, bir gölge gibi uzar peşimde,
    Karanlıkta kaybolurum.

    Her damla yağmur, bir ağıt gibi düşer üzerime,
    Geçmişin acılarıyla yoğrulur toprağım.
    Köklerim derine iner, tutunurum hayata,
    Unutulmuş bir şarkı fısıldarım rüzgara.
    Ne bir el uzanır bana, ne bir dost sesi duyarım,
    Gözlerim kapalı, beklerim bir mucizeyi.
    Belki bir gün, yeniden yeşerir umutlarım,
    Belki bir gün, kuşlar geri döner yuvama.
    Ama şimdilik, sadece susarım,
    Kül rengi bir veda ile.

  • Deniz Feneri Nöbeti

    Yanıp sönen bir göz, denizin karanlık yüzünde,
    Yüzyıllık nöbetinde, bekler durur fırtınaları.
    Taş duvarlar arasında yankılanır yalnızlığı,
    Martı çığlıkları eşlik eder bitmeyen şarkısına.

    Zaman, yosun tutmuş taşlara kazınan bir iz,
    Her dalga bir anı, her rüzgar bir hikaye getirir.
    Umutsuz denizcilere yol gösteren bir ışık,
    Kaybolmuş ruhlara bir sığınak, bir kılavuzdur.

    Gecenin koynunda parlar, umudu yeşertir,
    Yıldızlar ona sırdaş, ay ona yoldaş olur.
    Deniz feneri, zamana meydan okuyan bir anıt,
    Yalnızlığın ve umudun sembolü, ebediyete uzanır.

  • Yosun Tutmuş Anılar

    Denizin dibinde bir sandık gibiyim,
    Yosun tutmuş anılarla dolu.
    Her dalga vuruşu bir geçmişten sesleniş,
    Unutulmuş limanların hayaletleri.
    Gözlerim kapalı, dinlerim suyun şarkısını,
    Kaybolmuş denizcilerin ağıtlarını.
    İnciler yerine keder biriktirmişim,
    Rüzgarın fısıltısı, eski bir aşkın yası.
    Derinlerde saklı bir sır gibi dururum,
    Keşfedilmeyi bekleyen bir enkaz.

    Yüzeye vuran bir umut ışığı,
    Belki bir gün kurtulurum bu karanlıktan.
    Ama yosun tutmuş anılar bırakmaz beni,
    Denizin dibinde sonsuza dek mahkûm,
    Hatıraların ağırlığı altında.

  • KIŞ KELEBEĞİ

    Donuk Bakışlı

    Yüzünde biriken kederler,
    Çığlık çığlığa suskunluğunda saklı.
    Kışın acımasız rüzgarı eserken ruhunda,
    Umut kırıntıları savrulur, hiçliğe karışır.
    Gözlerinde biriken buz parçaları,
    Erirken kalbinin derinliklerinde.

    Kelebek ömrü gibi kısacık sevinçler,
    Bir anlık parlar, sonra kaybolur karanlıkta.
    Ellerinde tuttuğun karlar erir, avuçların boş kalır.
    Zaman, amansız bir cellat gibi,
    Umutlarını bir bir budar, geleceğini karartır.
    Kışın soğuk nefesi değdikçe tenine,
    Titrek bir mum gibi erirsin, günden güne.
    Yalnızlığın beyaz örtüsü örter üstünü,
    Kimsesizliğin acısı yakar içini.
    Bir çıkış yolu ararsın, bir umut ışığı beklersin.

    Sessizliğin hüküm sürdüğü bu diyarda,
    Kaybolmuş bir ruh gibisin.

    Çaresizliğin pençesinde kıvranırken,
    Bir mucize beklersin.

    Kış kelebeği, üşüyen kanatlarınla,
    Güneşe doğru çırpınır, umutla beklersin.
    Donmuş yüreğinle, baharı düşlersin.
    Belki bir gün, karlar erir, çiçekler açar.
    Belki bir gün, güneş ısıtır, kalbin yeniden atar.

    Umutsuzluğun girdabında savrulurken,
    İçindeki çocuğu uyandırmaya çalışırsın.
    Bir anlık bir tebessüm belirir dudaklarında,
    Geçmişin izlerini silmeye çalışırsın.
    Karların altında saklı kalan bir tohum,
    Filizlenmeye başlar, umut yeşerir yeniden.
    Belki de kış, sadece bir geçiş dönemidir,
    Yeni bir başlangıca hazırlık, daha parlak bir geleceğe.

    Ve sen, kış kelebeği, uçmaya devam edersin,
    İçindeki umutla, baharı bekleyerek.
    Soğuk rüzgarlara meydan okuyarak,
    Güneşe doğru yol alırsın, yılmadan.
    Belki bir gün, kanatların güçlenir,
    Gökyüzünde özgürce dans edersin.
    Kışın acımasızlığına rağmen,
    Bir umut çiçeği açar içinde,
    Kış kelebeği, yeniden doğarsın.

  • Saat Ustası

    Çarklar dönüyor, zaman akıyor usulca,
    Bir saat ustasının ellerinde şekilleniyor anılar.
    Tik tak sesleri, geçmişin fısıltısı,
    Geleceğe kurulan bir köprü gibi.

    Küçük bir atölye, tozlu raflar arasında,
    Eski saatler, tamir bekleyen hatıralar.
    Usta, sabırla eğilir, kırık parçaları birleştirir,
    Her bir saat, ayrı bir hikaye, ayrı bir yaşanmışlık.
    Zamanın izlerini taşır, yorgun ve yıpranmış,

    Zamandan örülmüş bir labirentte kaybolmuş ruhlar,
    Her saniye bir seçim, her dakika bir imtihan.
    Usta, saatin ritmiyle uyumlanır,
    Hayatın akışını yakalamaya çalışır.
    Durdurulamaz zaman, acımasız bir nehir gibi akar,
    Ancak saatler, o anları sonsuza dek saklar.
    Usta, o sonsuzluğa dokunur.

    Gecenin karanlığında, ay ışığı vurur atölyeye,
    Saatlerin yüzleri parlar, gizemli bir ışıkla.
    Usta, yorgun gözlerle bakar,
    Zamanın sonsuz döngüsüne.
    Her saat bir ömür, her tik tak bir nefes,

    Gelecek, geçmişin aynası, şimdinin yansıması,
    Saatler, zamanın tanıkları, sırların bekçileri.
    Usta, hayatın anlamını arar,
    Çarkların arasında, tik takların sesinde.
    Saatler durur bazen, zaman askıda kalır,
    Anılar canlanır, hayaller gerçeğe dönüşür.
    Usta, o anın büyüsüne kapılır, bir anlığına unutur her şeyi.

    Ve sonra yine başlar, saatlerin dansı,
    Zamanın akışı, hayatın ritmi.
    Usta, bir saat ustası, zamanın efendisi değil,
    Sadece bir yolcusu.

  • Sahaf Rüyası

    Rafların gölgesinde kaybolmuş bir düş,
    Tozlu ciltlerin arasında saklı bir sır.
    Eski harflerin dansı, solgun bir ışıkta,
    Unutulmuş sözlerin fısıltısı duyulur.
    Bir sahafın rüyası, kitapların dilinde.

    Ciltleri yıpranmış, sayfaları sararmış,
    Her kitap bir hayat, bir öykü anlatır.
    Kapakları açılır, geçmiş canlanır,
    Kahramanlar yeniden doğar satırlarda.
    Bir zaman yolculuğu başlar kelimelerle,
    Sahafın ruhu okur, anlar, hisseder.

    Mürekkep kokusu sinmiş odalarda,
    Düşünceler özgürleşir, sınırları aşar.
    Bilgi bir hazine, her kitap bir anahtar,
    Yeni dünyaların kapıları aralanır.
    Sahafın gözleri parlar, keşfeder, sever,
    Kitapların büyüsüne kapılır, kaybolur.
    Rüyasında yazarlar, şairler sohbet eder,
    Felsefeciler tartışır, bilim insanları keşfeder.
    Kitaplar konuşur, sahaf dinler, öğrenir.

    Gece çöker, raflar gölgelenir,
    Sahaf uyanır, rüyasından döner.
    Elinde bir kitap, kalbinde bir umut,
    Yeni bir güne başlar, okumaya doyamaz.
    Kitaplar onun dostu, sırdaşı, yoldaşı,
    Hayatın anlamını bulduğu yer sahaf dükkanı.
    Her sabah dükkanı açar, kitapları selamlar,
    Yeni okurları bekler, onlara rehberlik eder.
    Kitapların dünyasına davet eder herkesi,
    Sahafın rüyası hiç bitmez, devam eder.

    Tozlu rafların arasında dolaşırken,
    Bir el dokunur omzuna, bir ses duyulur.
    “Aradığınız kitap burada,” der bir okur,
    Sahaf gülümser, bilir, kitaplar yol gösterir.
    Rüyası gerçek olur, kitaplar canlanır,
    Yeni bir okurla buluşur, yeni bir hayat başlar.
    Sahafın kalbi sevinçle dolar, kitaplar fısıldar,
    “Hoş geldin aramıza,” derler hep bir ağızdan.
    O da onlara katılır, o da fısıldar,
    “Hoş buldum,” der, kitapların arasında yaşar.

    Kelime denizinde yüzen bir gemi,
    Sahafın dükkanı, bir liman gibi.

    Kitaplar susar, rüya biter,
    Sahaf uyanır, yalnız kalır.

  • Rüzgarın Fısıltısı

    Rüzgarın Dansı

    ŞİİR GÖVDESİ
    Eski bir değirmen, yalnız tepede,
    Kanatları kırık, suskun ve yorgun.
    Rüzgar eser, bir ağıt gibi içli,
    Unutulmuş günlerin hatırası.

    Hayalet sesler yükselir,
    Geçmişin tozlu sayfalarında,
    Kaybolan aşkların yankısı.

    Rüzgar fısıldar durmadan,
    Bir sır saklar her esintisi,
    Kim bilir hangi acıları,
    Hangi sevinçleri taşır,
    Uzak diyarlardan getirir,
    Denizin tuzunu, toprağın kokusunu,
    Yıldızların ışıltısını, unutulmuş anıları,
    Değirmenin taş duvarlarına çarpar,
    Sonsuzluğa karışır.

    Gökyüzü gri, bulutlar ağır,
    Zaman durmuş gibi asırlarca.
    Değirmen bekler sabırla,
    Rüzgarın dinmesini, güneşin doğmasını.
    Belki bir gün döner çarkı yeniden.

    Ama şimdi sadece hüzün var,
    Ve rüzgarın bitmeyen şarkısı,
    Değirmenin yalnızlığı büyür,
    Gece çöker, yıldızlar parlar.
    Rüzgar susar, sessizlik başlar.

    Rüzgarın dansı biter,
    Değirmen uykuya dalar,
    Yalnızlığın koynunda,
    Unutulmuş bir masal.

  • Yankı Odası

    Sesler birikir içimde, duvarlara çarpar,
    Kendi yankımda kaybolurum.
    Her kelime bir kurşun, düşüncelerim hedef tahtası,
    Suskunluğum isyan, kelimelerim kelepçe.
    Ağzımdan dökülen her hece pişmanlık.

    Ayna kırıkları gibi yüzümde beliren anılar,
    Geçmişin hayaletleri dolanır odamda.
    Her bakışta başka bir suret, her yansımada yabancı,
    Kendime sürgünüm ben, bilinmez bir diyarda.
    Gözlerimdeki karanlık, ruhumun en derin kuyusu,
    Aydınlanmam imkansız, kaybolmuşum sonsuza dek.

    Çınlıyor kulaklarımda
    Sessizliğin sesi.
    Deliriyorum

    Yüzleşemediğim gerçekler, sakladığım sırlar,
    Karanlık bir labirentte yolumu kaybederim.
    Her adımda daha da derine inerim,
    Kurtuluş yok, çıkış yok, sadece yankılar.
    Bu oda benim zindanım, bu sesler gardiyanım,
    Kendi yarattığım cehennemde yanarım.
    Duyulmayan feryatlarım yankılanır.

    Dudaklarımdan dökülen her kelime, bir lanet,
    Dilim lal olmuş, kalbim kan ağlar.
    Yankılar çoğalır, sesler yükselir,
    Deliliğin sınırında dans ederim.
    Kimse duymaz beni, kimse anlamaz halimi,
    Bu yankı odasında yapayalnızım.
    Umutlarım tükenir, benliğim kaybolur.

    Aynada bir gölge belirir, ürkütücü ve yabancı,
    Kendimden bile korkarım artık.
    Sesler fısıldar, görüntüler değişir,
    Gerçeklik kaybolur, sanrılar başlar.
    Bu oda bir mezar, ben diri diri gömülmüşüm,
    Çıkış yok, kurtuluş yok, sadece yankılar.
    Sonsuz bir döngüde sıkışıp kalmışım.

    Yankı odasında çürür bedenim,
    Sesler susar, sessizlik çöker.
    Bir hiçliğe dönüşürüm,
    Kaybolurum sonsuz karanlıkta.

  • Düş İpliği

    Bir rüyadan uyandım, iplikler çözüldü,
    Anılarım birer birer dağıldı.
    Yüzler silindi, sesler kayboldu,
    Gerçeklik, sisli bir camın ardında.
    Yoksa düş müydü yaşanan her şey?

    Avuçlarımda kalan bir iplik parçası,
    Rüyalarımın izi, solgun bir hatıra.
    Çekiyorum usulca, belki bir umut belirir,
    Belki yeniden örülür düşlerin örgüsü.
    Ama nafile, iplik kopuyor, dağılıyor,
    Geriye sadece boşluk kalıyor.
    Zaman, bir makas gibi kesiyor düşleri,
    Uyanış acı bir gerçek oluyor.

    Uykunun kıyısında bekleyen bir hayalet,
    Rüyalarımın bekçisi, karanlığın elçisi.
    Fısıldıyor kulağıma, uyanma diyor,
    Düşlerde kal, orada her şey mümkün.
    Ama ben direniyorum, gerçeğe dönüyorum,
    Kopmuş ipliklerle vedalaşıyorum.
    Güneşin ilk ışıklarıyla siliniyor düş,

    Gerçeklik, yalanların en büyüğü belki de,
    Ama katlanmak zorundayım, yaşamaya mecburum.
    Düş ipliği, avuçlarımda bir yük,
    Bir zamanlar beni saran, şimdi ise yabancı.
    Atıyorum onu uzaklara, unutmak ister gibi,
    Ama nafile, izi kalıyor içimde.
    Yüreğimde bir sızı, gözlerimde bir nem,
    Düşlerin ardında bıraktığım benliğime özlem.
    Ve ben, o düş ipliğinin peşinden gitmek istiyorum,
    Uyanmak istemiyorum, rüyada kaybolmak istiyorum,
    Ama yapamıyorum, gerçekliğe bağlıyım,
    Bu acımasız dünyaya, bu yalan hayata.