Şiirler

  • Yaz Sonu Melankolisi

    Ne ağaç özler çiçeği,
    Ne toprak bekler yağmuru.
    Ne de rüzgar, son nefesi,
    Hüzün sardı içimi dur.

    Geçti istemem yazı geri,
    Sessizliğin oldum eri;
    Bırak dertlerimle beni,
    Coşkun günler çoktan kuru.

    Savrulur yaprak dalından,
    Uzaklaşır gönül yurdundan,
    Kaybolur izim kumdan,
    Eylül, bir veda türküsü.
    Sessizce ağlar yüreğim.


  • Yankılanan Sessizlik

    Beklesem gelir miydi o gemi bir gün,
    Uzaklarda yanan bir ışık misali?
    Kader ağlarını ördü usulca,
    Denizin dibine çekilen umutlar gibi.
    Sessiz bir çığlık şimdi içimde.

    Limanlara veda yakışır mıydı,
    Yüzümde solan bir gül gibi?
    Söyleyemedim.


  • Kaybolan Yüzler Atlası

    Anılar birer resim, solgun renkleriyle asılı,
    Geçmişin duvarlarında, sessiz birer fısıltı.
    Kimler vardı o dehlizde, kimlerin izi kaldı,
    Yüzleri unutulmuş, isimleri dilden düştü.
    Bir zamanlar hayatımın en parlak yıldızları,
    Şimdi sis perdesinin ardında kayıp suretler.
    Bir gülüş, bir bakış, bir dokunuş hatırlanır,
    Gerisi muğlak, bir rüyanın silik hatırası.

    Vuslatın şarkıları söylenmeden sustu,
    Ayrılık bir nehir gibi aktı aramızdan.
    Gözlerim arar, kaybolan o yüzleri,
    Bir umut ışığı parlar mı yeniden?
    Belki bir gün, bir tesadüfle karşılaşırız,
    Unutulmuş bir sokakta, bir yağmur altında,
    Ve hatırlarız, o eski günlerin sıcaklığını.

    Şimdi sadece bir atlas kaldı elimde,
    Kaybolan yüzlerin, soluk birer yansıması.
    Belki de unutmak en doğrusudur,
    Ama bir burukluk kalır içimde,
    Geçmişe dair, silinmeyen bir iz.


  • Uçurum Çiçeği

    Aklın seni çağırdığı kadar akıllısın,
    Duyguların coştuğu kadar deli…
    Tenin hissettiği kadar varsın,
    Ruhun göklere yükseldiği kadar yeni…
    Yüreğinle bağlandığın kadar yakınsın,
    Korkularınla yüzleştiğin kadar cesur.
    Hayallerin rengi ne olursa olsun,
    Hayata baktığın yerdedir özün.

    Kaybettiklerini ders sayma:
    Kaybettiğin kadar zenginsin aslında;
    Ne kadar direnirsen diren,
    Sevdiğin kadardır hayatla bağın.
    Umut edebildiğin kadar özgürsün,
    Yıkılma, unutma, düştüğün kadar kalkacaksın.
    Sakın vazgeçme,
    Çabaladığın kadar başarırsın.
    Güneşin batışındadır umudun sana fısıldadığı şarkı,
    Ve kendine inandığın kadar güçlüsün.

    Bir gün pişman olacaksan eğer,
    Bırak yüreğin seni affettiği kadar affetsin.
    Hatırlandığın kadar kalırsın.


  • Sis Perdesi Ardında

    Bir muamma saklıdır sisin koynunda,
    Ne olduğunu bilmeden yürürüm.
    Belki bir umut, belki bir acı,
    Bekliyor beni o perdenin ardında,
    Adımlarımı bilmeden atarım.

    Zamanın ötesinden fısıltılar gelir,
    Tanıdık bir melodi sanki,
    Yitik anılar canlanır bir bir,
    Yüzler belirir, silinir sonra.
    Bu sis, bir rüya mı, yoksa gerçek mi?
    Kaybolmuş bir şehrin hayaleti mi?
    Aradığım cevap burada mı gizli?

    Bekleyiş uzar,
    Sonsuz bir yol,
    Belki de hiç bitmez.

    Belki de bir yanılsamadır bu,
    Belki de sadece bir oyun,
    Rüzgarın sesine karışan bir fısıltı.
    Yine de yürürüm, bilmeden nereye,
    Çünkü bir şey beni çağırır derinden,
    Beni bu muammanın içine çeker,
    Kurtulmak mümkün değil artık bundan,
    Bu sis benim kaderim oldu.

    Sis dağılır mı bir gün, kim bilir,
    Belki de her şey değişir o zaman,
    Belki de hiçbir şey aynı kalmaz.
    Ancak şimdi, sisin esiri olmuşken,
    Görmeden yürümeye devam ederim,
    Kaderimdeki o büyük muammayı
    Çözebilmek adına umutla beklerim,
    Çünkü beklemekten başka çarem yok,
    Sis perdesi aralanana dek.


  • Yalın Şölen

    Davet etmeyeceksin şölenine herkesi, öyle hoyratça.
    “Gelmezse eksik kalır.” demeyeceksin.
    Demeyeceksin işte.
    Çünkü sen varsın.
    Öyle tumturaklı sofralar kurmaya gerek yok ki.
    Çok içki koymayacaksın mesela. O daha çok içerse bulanırsın.
    Ve zaten genellikle o daha çok içer senin için,
    Senin kendini tuttuğundan.
    Çok içmezsen, çok dağılmazsın.
    Çok hatırlamayınca, çok pişman da olmazsın hem.
    Hatta kadehini bile çok sahiplenmeyeceksin.
    Onunmuş gibi davranacaksın.
    Hem hiçbir şeyi çok istemezsen, hayal kırıklığına da uğramazsın.

    Onsuz da eğlenebilirmişsin gibi davranacaksın.
    Çok misafirin olmayacak mesela sofranda.
    Sakin sakin yiyebileceksin.

    İlle de bir şeyleri tadacaksan,
    Zeytinyağının güneşte parladığı anı tadacaksın.
    Denizi tadacaksın,
    Tuzu, yosunu, rüzgarı…
    Mesela deniz börülcesi, senin yemeğin olacak.
    “O benim.” diyeceksin.
    Mutlaka sana ait olmasın istiyorsan bir şeylerin…
    Mesela gün batımı senin olacak.

    İlle de bir şeye ait olacaksan, anlara ait olacaksın.
    Mesela o ilk yuduma, ya da kahkahaya.
    Ya da hatıralara ait olacaksın.

    Çok gülümsemeyeceksin, sonra gözlerin acır.
    Az kahkaha atacaksın, sonra sesi yankılanır durur.
    Ne çok yiyeceksin, ne de aç kalacaksın.
    Yeteri kadar isteyeceksin sadece.
    Ne kalbini çok açacaksın, ne de tamamen kapatacaksın.
    Sadece bir aralık bırakacaksın.
    Ne çok konuşacaksın, ne de suskun kalacaksın.
    Anlamlı kelimeler seçeceksin.
    Ne çok dans edeceksin, ne de hiç kıpırdamayacaksın.
    Ritmine uyacaksın hayatın.

    Çok sahiplenmeden, çok ait olmadan kutlayacaksın.
    Hem her an bitecekmiş gibi,
    Hem de hep sürecekmiş gibi o an.
    Hafif yaşayacaksın. Ucundan dokunarak…


  • Unutulan Salıncak

    Bayram geldi, coşku söndü içimde,
    Eller öptüm, yüzüm asık durdu.
    Çocukluğum kayıp, bir bilmecede,
    Gözlerim uzaklara daldı, yoruldu.

    Eski bir şarkı,
    Hatırlattı sanki,
    Yitik baharı.

    Salıncak vardı, bahçede kurulmuş,
    Rüzgarla dans eder, göğe uzanırdı.
    Kahkahalar yankılanır, kuşlar duyulmuş,
    Zaman durulur, hüzün usanırdı.
    Şimdi paslanmış zincirler, sallanmaz öyle,
    Unutulmuş bir düş, kaldı böyle.
    Bayram sabahı, içim burkuldu,
    Salıncak sessiz, kalbim yoruldu.

    Oysa ne umutlarla dolardı o salıncak,
    Her itişte göğe yükselir gibi olurdum.
    Dertler unutulur, kaygılar savrulacak,
    Dünya bir anlığına benim olurdu.
    Şimdi bomboş, kimsesizce duruyor,
    Geçmişin hayali gözümde canlanıyor.
    Bayram sevinci, yüzüme vurmuyor,
    Salıncağın sessizliği içimi oyuyor.
    Keşke o günlere dönebilsem bir an,
    Unutulmuş salıncakta yeniden sallansam.


  • Kum Saatinde Unutulan

    Aldanış bir seraptı, su sandım.
    Yürüdüm, yürüdüm, iz kalmadı.
    Boşlukta yankılanan bir adımdım.

    Merhamet bir yalandı, şefkat bekledim.
    Gözyaşlarım tuz olup aktı yanağımdan,
    Yüzümde bir çöl rüzgarı esti.
    Kimsesizliğin acısı kaldı avuçlarımda.
    Umut sandığım dallar kırıldı içimde.
    Sessizliğin sesi boğdu feryadımı.
    Yıldızlar bile sakladı yüzünü benden.

    Bir kırık dökük sandaldım ben,
    Denizlerde savrulan, rotasız, pusulasız.
    Fırtınalar dindiğinde, yalnızlığım kaldı geriye.
    Kaybolmuş bir adaya vurdum, yabancı, sessiz.
    Yalnızlığın koynunda, bir teselli aradım.
    Bulutlar ağladı halime, denizler fısıldadı.
    Yüzümde bir melankoli, içimde dinmeyen bir sızı.
    Geçmişin hayaletleri, beni esir aldı.
    Geleceğe dair umutlar, birer birer tükendi.

    Düşlerim vardı benim, rengarenk, ışıl ışıl.
    Gökyüzünde uçan kuşlar gibi özgür.
    Her biri birer birer düştü, kanatları kırık.
    Acı bir melodi çaldı, ruhumun derinliklerinde.
    Hatıralar canlandı, gözümde birer birer.
    Gülüşler, hüzünler, sevinçler, hayal kırıklıkları.
    Her biri birer bıçak saplandı, kalbime.
    Vazgeçişin ağırlığı, çöktü omuzlarıma.
    Zaman bir nehir gibi aktı, ben kıyısında bekledim.
    Bekleyişin sonu gelmedi, umutsuzluk sarmaladı.

    Yol ayrımında kalmış bir yolcuyum.
    Hangi yöne gitsem, karanlık hep aynı.
    Kaybolmuş bir haritayla, yönümü bulmaya çalıştım.
    Her adımda daha da battım, çaresizliğin bataklığına.
    Kurtuluş yoktu artık, teslim oldum kadere.
    Sonsuz bir uykuya daldım, acıları unutarak.

    Kum saatinde unutulan bir zerreydim ben,
    Zamanın acımasızlığına terk edilmiş, değersiz.
    Rüzgarın savurduğu bir yapraktım, kimsesiz.
    Gözyaşlarım karıştı toprağa, iz bırakmadan.
    Umutlarım gömüldü derinlere, yeşermeden.
    Kimse hatırlamayacak beni, adımı bile anmayacak.
    Sadece bir fısıltı kalacak geriye, silinip gidecek.
    Yalnızlığın karanlığında, kaybolup gideceğim.
    Ve sonsuzluğa karışacağım, hiç var olmamış gibi.


  • Yapayalnız Evren

    Hiçbir ses duyulmaz artık
    Gecenin koynunda kaybolan
    Bir fısıltı bile yok, sadece
    Yıldızların donuk bakışı.

    Biliyorum, bir zamanlar buradaydın
    Ellerin ellerimde, nefesin nefesimde
    Şimdi ise sadece bir anı, bir hayal
    Uzaklarda bir gezegenin öyküsü
    Unutulmuş bir sevda, kayıp bir rüya
    Sonsuz boşlukta yankılanan feryadım
    Yapayalnız bir evrenin ortasında.

    Yokluğunda
    Kayboluyorum
    Sessizliğin içinde.


  • Uyanışın İzleri

    Sessizlik çöktü.

    Bilinçaltımın derin kuytularında,
    Kaybolmuş anılar, silik suretler dans eder.
    Bir fısıltı, uzaktan gelen bir melodi,
    Hatırlamaya çalıştıkça kaybolan bir düş.
    Karanlıkta bir ışık huzmesi beliriyor,
    Yavaşça aydınlatıyor zihnimin labirentlerini.
    Unutulmuş duygular yeniden canlanıyor,
    Bir zamanlar var olduğunu bildiğim,
    Ama şimdi hatırlamakta zorlandığım bir benlik.
    Uyanışın sancıları bunlar mı acaba?

    Her bir hatıra, birer yaprak misali,
    Dökülüyor zihnimin dallarından.
    Kimdim ben? Nereye aittim?
    Bu sorular, ruhumu kemiren birer kurt gibi.
    Geçmişin sisli perdesi aralanıyor,
    Gerçekler yavaşça gün yüzüne çıkıyor.
    Acı, sevinç, pişmanlık… hepsi bir arada.
    Yeniden doğuşun arefesinde gibiyim,
    Kabuklarımdan sıyrılıp, özüme dönüyorum.
    Uyanış, bir kutlama mı yoksa bir lanet mi?

    Çözülüyor düğümler,
    Aydınlanıyor zihnim.
    Artık biliyorum, kim olduğumu,
    Nereden geldiğimi, nereye gideceğimi.
    Uyanış, bir armağan.

    Sükunet hüküm sürer.
    Yeniden doğdum.