Ey kalbi kırık şehir!
Nafile saklıyorsun.
Sana darılmıyorum. Darılmayacağım.
Hiçbir ressam, fırçasını kıran ilhama, hiçbir heykeltıraş, çatlayan mermere, hiçbir şair, suskun kaleme kızamaz.
Ben kendimi, ne ilham arayan ressam, ne mermer yontmayan heykeltıraş, ne de kelime bulamayan şair gibi görmüyorum. Fakat görüyorum ki her sözüm, seninle hiç alakası olmasa da, ruhuna bir bıçak gibi saplanıyor, seni yalnızlığın duvarları arasına hapsediyor ve gözlerinde bir umutsuzluk beliriyor. Beni, ressam, heykeltıraş ve şair gibi gören sensin! Bu halini anladığım an sana kızmıyorum artık. Acıyorum.
Sanma ki ben hissiz bir adamım. İnsanı diğer canlılardan ayıran en önemli özellik, bence duygu yoğunluğudur. Ufak bir olay için bile aşırı tepki verecek kadar hassas bir yapıya sahip olduğumu sen de bilirsin. Ancak bu tepki, hala bir değeri, bir karakteri, bir sorumluluğu olan insanlara ve olaylara yöneliktir. Sen artık mazursun.
Çünkü hayal kırıklığı nedir, onu tüm derinliğiyle yaşadın.
O kadar yalnızsın ki, çevrende bir sürü tanıdık yüzünden başka kimse yok. O kadar unutulmuşsun ki, adından ancak eski anılar bahsediyor. Eskiden herkesin dilinde bir konu olmayı tercih eder ve bir dedikoduya, bir sohbete katılmayı kendine yakıştıramazdın. Şimdi bir etkinlik olsa, değeri ne olursa olsun, kapısında ilk bekleyen sen oluyorsun ve yerini kaybetmemek için neler yapıyorsun kim bilir? Hikayelerin sosyal medyadan siliniyor, yine de paylaşıyorsun. Hatırlanmak için ne kadar aşağılanmaya razısın? Gözyaşını bile uzun süre teselli edindin. Şimdi o da yok. Bir zamanlar, kahkahalarınla aydınlattığın o yüzünde, şimdi sadece solgun bir ifade var. Zaman seni değil, anılarını bile silmiş. Ne acıklı bir görüntün var. Akşamları, kalabalık caddelerde, yüzünde sahte bir gülümseme, ayaklarında yorgun bir adımla yürüyen yabancı bile senden daha şefkate layık değil. Artık öfke uyandırmıyorsun. Zamanın acımasızlığı karşısında insanları düşünmeye ve merhamet etmeye davet ediyorsun.
Bundan birkaç gün önce bir kafede seninle şöyle konuşmadık mı:
Ben – Sosyal medyada paylaştığın bu gönderileri nasıl yapıyorsun, bu kadar basitleşmeye nasıl dayanıyorsun?
Sen – Ne yapayım, dikkat çekmem gerekiyor. Başka ne yapabilirim?
Ben – Kendinden bu kadar ödün vereceğine neden kendine daha fazla değer vermiyorsun?
Sen – Kendime değer versem, kimse fark etmez ve daha da unutulurum.
Kendini bu kadar saçma bir bahaneyle avutmaya çalışan, aslında avuntusu olmayan seninle görüyorsun ki ben hiçbir zaman tartışmadım. Sana selam verdim. Sana acıdım. Bu kadar çöküşüne -sanki acısını ben çekiyormuşum gibi- razı olmadım.
Şimdi bana -tam da senden bekleyebileceğim bir şekilde- saldırıyorsun. Eskiden seni rakip olarak görmeyen adam, bu perişan halinle sana nasıl değer verir? Artık sen benim için hiçbir şeyi temsil etmiyorsun. Ne sahte mutluluğunu, ne yapmacık sevgini, ne de sürekli ilgi çekme çabalarını… Senin neyine cevap vereyim?
Aynı çevrede vaktiyle yakın olduğun ve içlerinde düşüncelerine tamamen zıt olsam bile konuşulabilecek insanlar bulduğum gruplar bile seni, sahteliğin ve samimiyetsizliğin sembolü olarak görüyorlar. Bana ne düşer?
İşte açıkça söylüyorum: Ben senin kabusun, geceleri uykunu kaçıran varlığın, her an yokluğunu hissettiren karanlığınım. Sana acıyorum. Fakat elimden ne gelir?
Çektiğin yalnızlık acısına saygı duyarak, sana eskiden vermediğim değeri veriyorum. Seninle ilk ve son defa olarak konuşuyorum. Fakat hepsi bu kadar. Dediğim gibi, sen artık mazursun. Seni affediyorum ve ne yapsan affedeceğim. Bu sözüme güvenerek istediğini yap! Sakın bu fırsatı kaçırma!
Yalnız şunu bil ki, sönmüş ve yıpranmış kişiliğine, o kadar muhtaç olduğun ve elde etmek için ne yapacağını bilemediğin hayatı veremeyeceğim.
Ölüleri diriltmek ve iflas etmişleri kurtarmaktan acizim.
Benim hakkımda, içinde sakladığın şeylerin büyüklüğünü bilmiyorum. Belki bir öfke, belki bir nefret…
Fakat sana karşı hiçbir çaresi kalmamış bir adamın, tüm dürüstlüğü ve açıklığıyla içini dökmesine rağmen söyleyebileceği her şey ve sadece sana hitap etmekle düşebileceği sıradanlık burada tamamen sona eriyor.
İşte göreceğin son merhamet!
Bir yanıt yazın