Şiirler

  • Nisan Uykusu

    Toprak kokusu sinmiş avuçlarıma,
    Yeşilin bin tonu gözlerimde dans eder.
    Baharın ilk ışığı vurur yüzüme,
    Uyanır içimde uyuyan kelebekler.
    Ağaçlar çiçek açar, kuşlar şarkı söyler,
    Doğanın uyanışına şahit olurum.
    Nisan uykusundan arınır bedenim.

    Gökyüzü maviden bir deniz,
    Bulutlar beyaz birer gemi.
    Rüzgar eser, dallar salınır,
    Hayat yeniden başlar.

    Ben bir tohumdum, toprağın altında saklı,
    Karanlıkta bekledim, sabırla ve umutla.
    Sonra bir yağmur damlası düştü üzerime,
    Bir güneş ışığı ısıttı içimi.
    Çatladı kabuğum, filizlendim yavaşça,
    Köklerim derinlere indi, dallarım göğe uzandı.
    Yapraklarım açıldı, güneşe doğru döndüm,
    Rüzgarla dans ettim, kuşlarla arkadaş oldum.
    Yağmurda yıkandım, toprakla beslendim,
    Büyüdüm, güçlendim, hayata tutundum.
    Şimdi bir ağacım, baharın müjdecisi.

    Ve ben, bu nisan sabahında,
    Yeniden doğmuş gibiyim.
    Umudun rengiyle boyanmış,
    Hayata yeniden sarılmış.
    Geçmişin izlerini silerim,
    Geleceğe umutla bakarım.
    Nisan uykusu bitti artık.


  • Kül Rengi Anılar

    Saatler duruldu, zamanın ötesinde,
    Hatıralar bir gölge gibi uzar.
    Unutulmuş bir şarkının melankolisi,
    Yüzümde beliren anlamsız bir gülümseme.
    Yüreğimde yankılanan eski bir yankı,
    Kaybolan bir sevdanın izleri derinde.

    Yollar ayrıldı, rüzgâr farklı esti,
    Yıldızlar kaydı, karanlık çöktü.
    Gözlerim arar seni, boşluğa bakar,
    Sesin uzaklarda, bir fısıltı gibi gelir.
    Ellerim boş kaldı, tutunamadım sana,
    Gönlüm kırık dökük, tamir olmaz artık.
    Ayrılık bir deniz, boğulurum sensiz,
    Sahipsiz bir gemi gibi sürüklenirim.

    Sis çöktü,
    Umutlar tükendi,
    Hayallerde boğuldum.

    Geceler uzadı, gündüzler kısaldı,
    Yalnızlık bir yorgan gibi üzerime örtüldü.
    Anılar birer birer canlandı gözümde,
    Hasretin ateşiyle yanarım içimde.
    Sensiz geçen her an bir ömür gibi gelir,
    Yokluğun bir zehir gibi kanıma karışır.

    Eski bir fotoğraf, solgun ve yıpranmış,
    Yüzünde bir tebessüm, gözlerinde bir parıltı,
    O günler mazide kaldı, geri gelmez artık,
    Ayrılık bir acı, dinmeyen bir sızı,
    Kalbimde bir yara, kapanmayan bir iz,
    Sensiz geçen her an bir işkence bana,
    Yokluğun bir boşluk, doldurulamayan,
    Anılar bir teselli, avuntudan uzak,
    Gözyaşlarım bir deniz, içinde boğulurum,
    Sensiz geçen her an bir sınav, geçilemeyen,
    Ayrılık bir kader, kaçınılmaz yazgı.

    Yüreğimde bir sızı, dinmeyen bir acı,
    Gözyaşlarım sel oldu, aktı yanaklarımdan,
    Anılar birer hayalet gibi dolaşır etrafımda,
    Yokluğun bir karanlık, aydınlatılmayan,
    Sensiz geçen her an bir kayıp, telafi edilemeyen,
    Ayrılık bir yangın, içimi kavuran,
    Kalbimde bir çığlık, duyulmayan,
    Gözlerim arar seni, bulamayan,
    Sensiz geçen her an bir çile, çekilen,
    Yokluğun bir boşluk, doldurulamayan.

    Yollar ayrı, yönler farklı,
    Umut yok, gelecek belirsiz,
    Kalp kırık, ruh yorgun,
    Ayrılık bir acı, dinmeyen,
    Sensizlik bir boşluk, dolmayan,
    Anılar bir teselli, yetmeyen,
    Gözyaşları bir deniz, bitmeyen,
    Hasret bir ateş, sönmeyen,
    Sevgi bir yalan, inanılmayan,
    Hayat bir sınav, geçilemeyen,
    Yalnızlık bir kader, yaşanılan.


  • Puslu Düşler Atlası

    Yüzümde biriken günahların izi,
    Ellerim birer harita, kayıp şehirleri arar.
    Gökyüzünde asılı kalan yıldız tozları,
    Karanlık bir denizde yolumu şaşırmışım.
    Sessiz bir çığlık yankılanır içimde,
    Ruhum bir gölge gibi dolaşır sokaklarda,
    Ve ben, puslu düşler atlasında kaybolurum.

    Kalbim kırık bir pusula, yönünü yitirmiş,
    Düşlerim tozlu raflarda unutulmuş kitaplar.
    Gözlerim aynalarla dolu, yansıyan suretler yabancı,
    Sözcükler boğazımda düğümlenir, birer pranga.
    Aşk, bir zamanlar kanatlarımken şimdi zincirim oldu,
    Yalnızlık, en sadık yoldaşım, gölgem gibi beni takip eder.
    Bu şehir, labirent gibi sokaklarıyla beni yutar,
    Gecenin karanlığında kaybolan bir fısıltıyım sadece,
    Ve ben, bir daha asla bulunamayacağım.


  • Cam Fanusta Dans

    Sisli bir rıhtım burası.
    Yıldızlar, buzdan iğneler gibi batarken karanlığa,
    Bir gemi demir alır içimde, bilinmezlere doğru.

    Cam fanusun içindeki balık misali,
    Döner dururum kendi eksenimde,
    Dışarıda hayat var, rengârenk ve canlı,
    Benim dünyam sınırlı, dar ve soğuk.
    Cam kırılır mı bir gün, yoksa nefesim mi tükenir önce?
    Her çırpınış bir umut, her dönüş bir çaresizlik.
    Gözlerim, fanusun camına yapışmış,
    Dışarıdaki dünyaya özlemle bakarken,
    Bir şarkı fısıldarım içimden, duyulmayan,
    Ve dans ederim kendi yalnızlığımla, sessizce.

    Ruhum, kâğıttan bir gemi,
    Okyanusa açılmaya cesaret edemeyen.
    Rüzgâr yok, yön yok, umut yok,
    Sadece camın ardında bir siluet.
    Cam fanus kırılsa, dökülsem…

    Aynalar yalan söyler, suretim kayıp,
    Kendime yabancı, dünyaya sürgünüm ben.
    Cam fanus, bir hapishane mi, yoksa bir sığınak mı?
    Belki de her ikisi birden, bilmem.
    Bir gün o cam kırılacak, biliyorum,
    Ve ben, özgürlüğe doğru yüzeceğim.


  • Yapayalnız Akvaryum

    Cam fanusun içinde bir dünya kurdum,
    Yosun kokulu, loş ve derinden.
    Balıklar dans eder, renkleri solgun,
    Sessiz bir senfoni, hiç bitmeyen.
    Dış dünya gürültülü, karmaşık ve yalan,
    Burada her şey dingin, her şey yavaş.
    Su kabarcıkları yükselir usul usul,
    Düşlerim de öyle, sonsuza ulaşan.

    Yüzgeçlerim titrek, gözlerim puslu,
    Akvaryumun dibinde beklerim öylece.
    Yukarıda hayat var, renkli ve coşkulu,
    Ama ben buradayım, kendi seçimiyle.
    Camın ardında bir tebessüm, belki bir hüzün,
    Bana bakan kim bilir ne düşünür içinden?
    Belki bir yalnızlık, belki de bir özlem,
    Benim gibi, kendi fanusuna hapsolmuş.
    Dışarı çıkmak mı, yoksa burada kalmak mı?
    Bu soru hep döner durur zihnimde,
    Bir karar veremem, bir yol bulamam,

    Güneş ışığı süzülür camdan içeri,
    Aydınlatır balıkların pul pul yüzlerini.
    Benim karanlığım daha derin, daha eski,
    Kök salmış içime, söküp atamam.
    Belki de bu yüzden buradayım,
    Belki de bu yüzden yalnızım.

    Yem kabarcıkları iner yavaşça,
    Bir anlık telaş, sonra yine sessizlik.
    Hayat böyle işte, bir an varlık, bir an yokluk,
    Ve ben, sadece bir gözlemci.

    Cam fanus benim evim, benim dünyam,
    Yapayalnız bir akvaryumda, sessizce yüzen.


  • AYNALARIN SIRRI

    Düş kırıkları birikir usulca,
    Kaybolmuş yüzler ardında.
    Geçmişin tozlu nefesi.

    Aynalar yalan söyler, sırlar saklar,
    Her yansıma bir başka gerçeklik.
    Kim olduğunu unutursun bakarken,
    Derinliklerde kaybolur benliğin.
    Gözlerin karanlığa takılır,
    Suretin silinir zamanla.
    Aynalar seni yargılar, affetmez,
    Geçmişin hayaletleri dans eder önünde.
    Bir labirenttir her yansıma,
    Çıkış yolu yoktur, kaçamazsın.
    Aynaların sırrı, sonsuz bir döngüdür.


  • Karanfil Sızısı

    Gözlerimden sızan karanfil kokusu,
    Bir yangının külü sinmiş tenime.
    Hatıralar canlanır, eski bir sandıkta,
    Her biri birer zehirli ok, saplanır içime.
    Işık, bir yabancı el uzanır karanlığa,
    Ama ben kaçarım, saklanırım gölgeme.
    Bu şehir bir labirent, çıkışı olmayan,
    Ben kaybolmuş bir gezgin, yolunu yitiren.

    Yüzümde beliren çizgi,
    Belki bir ağacın kökü, belki de bir nehrin yatağı.
    Kalbim, bir saat gibi tıklar durur,
    Zamanın acımasız akışını fısıldar.
    Aşk, bir zehirli sarmaşık,
    Sarmalar ruhumu, boğar beni.
    Gözyaşlarımla sularım karanfillerimi.

    Ruhumda açan karanfil,
    Bir intihar çiçeği gibi zehirler beni.
    Geceleri gökyüzüne bakarım, yıldızlar kaybolur,
    Ay bir bıçak gibi keser karanlığı.
    Bu hayat, bir kumar masası, kaybettim her şeyimi,
    Umutlarım birer birer düşer yere.
    Ben, karanlığın çocuğuyum, ışığa hasret,
    Yüreğimde sönmeyen bir karanfil sızısı.


  • Yıldızsız Hayaller

    Uykusuz gecelerin küflü aynasında,
    Yıldızsız hayaller büyütürüm usulca.
    Kirpiklerim arasına sızan karanlık,
    Bir ömürlük hapsin soğuk nefesi.
    Ruhum, terk edilmiş bir gemi misali,
    Dalgaların insafına bırakılmış, çaresiz.
    Kelimelerim paslı birer zincir,
    Düşüncelerimi bağlayan, özgürlüğümü çalan.
    Bu şehir bir labirent, çıkışı olmayan,
    Her sokak bir çıkmaz, her köşe bir tuzak.
    Ben, bu labirentin kayıp gezgini,
    Yolumu ararken, kendimi yitiririm.
    Umut, gökyüzünde asılı duran bir balon,
    İplerim kopmuş, rüzgarla savrulurum.
    Gözyaşlarım mürekkep olur, kâğıda düşer,
    Yazılmamış bir destanın yarım kalmış mısraları.
    Yüzümde bir maske, sahte bir tebessüm,
    İçimde kopan fırtınaları gizleyen.
    Ve ben, bu yıldızsız hayallerin bekçisi,
    Karanlığa meydan okurum, umutla yaşarım.
    Belki bir gün, gökyüzü aydınlanır,
    Ve yıldızlar düşer avuçlarıma.


  • Sessizlik Katedrali

    ŞİİR GÖVDESİ
    Unutuşun mimarı, bir fısıltı bina eder,
    Seslerin terk ettiği, boş bir katedrali.
    Yankılar gölgelenir, geçmişin duvarlarında,
    Hatıraların külleri, kutsal zemine serpilir.
    Kimsesiz dualar yükselir, kırık vitraylardan,
    Güneşin solgun ışığı, tozlu huzmelerle iner.
    Bir zamanlar yankılanan ilahiler suskun,
    Yerini aldı sessizliğin, ağır ve derin nefesi.
    Her taş bir anı, her sütun bir unutulmuş yemin,
    Zamanın aşındırdığı, bir aşkın solgun portresi.
    Kubbeler çökmüş, umutlar enkaz altında,
    Yalnızlık nöbet tutar, terk edilmiş mihrapta.
    Gecenin kanatları örter, bu harabe mabedi,
    Yıldızların gözyaşları, ıslatır taş zemini.
    Bir hayalet dolaşır, koridorlarda yavaşça,
    Unutulmuş bir melodi mırıldanır dudaklarında.
    Belki bir zamanlar sevmişti, belki bir zamanlar acı çekmişti,
    Şimdi sadece sessizliğin, bir parçasıdır artık.
    Kuşlar yuva yapar, yıkık kulelerinde,
    Rüzgâr eser, kırık camlardan içeri, hüzünle.
    Bir kitap bulunur, tozlu bir sandıkta,
    Unutulmuş bir dilin, kelimeleriyle dolu.
    Belki bir sır saklar, belki bir lanet taşır,
    Bu sessizlik katedralinin, derinliklerinde gizli.
    Her adım bir yankı, her nefes bir fısıltı,
    Geçmişin hayaletleri, etrafta dolaşır usulca.
    Bir zamanlar hayat dolu olan, bu kutsal mekan,
    Şimdi sadece unutuluşun, hüküm sürdüğü bir yer.
    Ziyaretçisi yok, seveni yok, hatırlayanı yok,
    Sessizliğin kucağında, sonsuza dek uyuyacak.
    Belki bir gün birisi gelir, bu harabe mabede,
    Ve yeniden can verir, unutulmuş hatıralara.
    Belki bir mum yakar, belki bir dua okur,
    Ve sessizliğin lanetini, kırar sonsuza dek.
    Ama o güne kadar, bu katedral bekleyecek,
    Unutuluşun kucağında, sessizce ve yalnız.
    Taş duvarları arasında, yankılanan fısıltılarla,
    Geçmişin hayaletlerini, ağırlayacak her zaman.
    Ve sessizlik hüküm sürecek, sonsuza dek,
    Bu unutulmuş katedralin, derinliklerinde gizli.
    Unutuşun gölgesi çökerken, tüm hatıralar silinir,
    Sadece sessizlik kalır geriye, sonsuza dek sürecek.
    Bir fısıltı duyulur, rüzgarın esintisiyle karışır,
    Unutulmuş bir ismin, son yankısıdır belki de.
    Katedralin taşları, geçmişin tanıklarıdır,
    Her birinde bir hikaye saklı, anlatılmayı bekleyen.
    Ancak kimse dinlemez, kimse anlamaz,
    Sessizliğin dilini, sadece unutuluş bilir.
    Güneş batarken, katedralin silueti kaybolur,
    Karanlığın içinde, bir hayalete dönüşür.
    Yıldızlar parıldar, gökyüzünde sessizce,
    Unutulmuş bir aşkın, gözyaşları gibi sanki.
    Ve katedral uyur, sonsuz bir uykuya dalar,
    Unutuluşun kucağında, huzur içinde.
    Belki bir gün birisi gelir, bu kutsal mekana,
    Ve yeniden keşfeder, unutulmuş hatıraları.
    Belki bir fısıltı duyar, rüzgarın esintisiyle karışır,
    Unutulmuş bir ismin, son yankısıdır belki de.
    Ancak o güne kadar, katedral bekleyecek,
    Sessizliğin kucağında, sonsuza dek uyuyacak.
    Unutuşun mimarı, işini tamamlamış,
    Sessizlik katedrali, sonsuza dek ayakta kalacak.
    Bir zamanlar seslerin yankılandığı bu mekanda,
    Şimdi sadece unutuluşun fısıltısı duyulacak.
    Ve katedral uyur, sonsuz bir uykuya dalar,
    Unutuluşun kucağında, huzur içinde.


  • Kum Saatinde Dans

    Zamanın dişlileri arasında sıkışmış bir anıyım ben,
    Kum saatinde akıp giden bir figüran.
    Her zerresi bir geçmiş, her damlası bir pişmanlık,
    Geçmişin tozlu raflarında unutulmuş bir hatıra.
    Yelkovan akrebe küskün, döngü tamamlanmaz,
    Saatler durulur, zaman askıda kalır.
    Ben, bu sonsuz bekleyişin mahkûmu,
    Kum taneleri arasında dans eden bir siluet.
    Aynadaki yansımam yabancı, tanıdık olmayan,
    Çocukluğumun izleri silinmiş, yüzümde çizgiler belirginleşmiş.
    Her düşüş bir ders, her kalkış bir umut,
    Ama umutlar tükenir, hayaller yarım kalır.
    Kum saati kırılır, zaman dağılır dört bir yana,
    Ben, bu enkazın altında kaybolurum sessizce.
    Ve bu dans, bitmeyen bir ritüel, sonsuz bir çile,
    Zamanın kumunda savrulup giderim, bir hiç uğruna.