Şiirler

  • Pas Lekesi

    Metanet bir yanılgı mı, yoksa
    derinlerde saklanan küflenmiş bir inanç mı?
    Yüzeyde parlayan cilalar,
    altında gizlenen çürümeyi örter mi?
    Her dokunuşta dağılan toz,
    yeni bir katman mı ekler geçmişe,
    yoksa sadece bir yanılsama mı?
    Kirlilik bir davet mi, yoksa
    kaçınılmaz bir son mu?
    Pas lekesi gibi yayılan,
    sessizce içimize işleyen…

    Gelecek silik,
    hatıralar ağır,
    umut bir serap,
    gerçek pas kokuyor,
    ve biz metanetle bekliyoruz.


  • Sessiz Çığlıklar Korosu

    Şehrin yorgun ışıkları sönerken
    Bir gölge düşer yalnızlığıma
    Kalbimde biriken paslı anılar
    Gözlerimden süzülür usulca
    Bir kuş kanadı kırık bir umut
    Dudaklarımda yarım kalmış bir şarkı
    Ellerim buz gibi titrerken
    Sessizlik büyür içimde derinden
    Kaybolurum karanlıkta

    Bir nehir gibi akar zaman durmadan
    Her damlasında bir pişmanlık saklı
    Geçmişin tozlu sayfalarında kaybolurum
    Arayışım sonsuz bir labirent sanki
    Vicdanımın sesi yankılanır durmadan
    Affedilmek isterim, yeniden doğmak
    Yüreğimde bir sızı, dinmeyen bir acı
    Kaderim mi bu, yoksa bir sınav mı?
    Sessizce fısıldarım gökyüzüne
    Çaresizliğim bir feryat olur gecede
    Umut ışığı ararım karanlıkta

    Kırık dökük hayallerim
    Yarınlara tutunmak isterim

    Rüzgar eser, yapraklar savrulur
    Her biri bir umut, bir dua olur
    Gökyüzünde kaybolan yıldızlar gibi

    Tövbe kapısı aralanır usulca
    Bir ışık belirir karanlığın ardında
    Pişmanlığın yükü omuzlarımdan inerken
    Yeniden doğarım, arınırım tüm günahlardan
    Hafiflerim, kuş gibi uçarım semalara
    Sessiz çığlıklarım yankılanır evrende
    Bir umut filizi yeşerir kalbimde
    Aydınlığa kavuşurum sonunda

    Yeniden doğuşun türküsü
    Yüreğimde yankılanır durur

    Gözlerim kapalı, ruhum huzurla dolar
    Geçmişin izleri silinir bir bir
    Geleceğe umutla bakarım artık
    Sessiz çığlıklarım diner yavaşça
    Yeniden başlarım hayata gülümseyerek
    Affedilmenin hafifliğiyle uçarım
    Karanlıklar aydınlığa dönüşür aniden
    Bir umut ışığı belirir yeniden
    Kalbimde bir kuş kanat çırpar sevinçle
    Hayatın anlamını yeniden keşfederim
    Sessiz çığlıklar korosu susar yavaşça
    Yeniden doğarım, arınırım tüm günahlardan.


  • Sessizliğin Çağrısı

    Uzaklarda bir ses sanki fısıldar,
    Kalbin derininde yankılanır durar.
    Ruhum arar, bir anlam, bir işaret,
    Bu sessizlik bana neler anlatır?
    Yolumu mu çizer, yoksa kayıp mı eder?

    Bir gölge misali peşimde dolanır,
    Anılar birer birer gözümde canlanır.
    Belki de geçmişin izlerini taşır,
    Belki de geleceğe bir köprü kurar.
    Her nefeste bir umut, bir bekleyiş,
    Sessizliğin içinde kaybolmuş bir nefesteyim.

    Hakikatin aynası belirdiğinde,
    Saklı gerçekler bir bir döküldüğünde,
    Anlayacağım belki bu sırrı,
    Sessizliğin içindeki derin manayı.

    Çözülür düğümler, kaybolur sisler,
    Yeniden doğar içimde bir şeyler.
    Dinginlik sarmalar tüm benliğimi,
    Sessizliğin çağrısı yankılanırken,
    Huzurla dolar içim, yeniden başlarım.


  • Zincirsiz Kanatlar

    Uçmayı öğrenirken düşeceksin elbet.
    Yaraların kabuk bağlayacak, unutacaksın.
    Unutacaksın acıyı, korkuyu, o ilk çırpınışı.
    Hatırlamayacaksın bile yere değdiğin anı.

    Kanatların güçlenecek, rüzgarla dans edeceksin.
    Yükseklere çıktıkça, dünya küçülecek gözünde.
    Küçülecek dertler, kaygılar, anlamsız telaşlar.
    Boşvermişliğin zirvesinde, kahkahalar atacaksın.
    Döneceksin aşağı, belki de hiç dönmeyeceksin.
    Seçim senin olacak, gökyüzüyle aranda.

    Özgürlüğün tadı, tuzlu bir deniz gibi yakacak boğazını.
    Ama alışacaksın, o yakıcı tada bağımlı olacaksın.
    Zincirlerini kırıp, kanat açmanın bedelini ödeyeceksin.
    Ve her şeye rağmen, yeniden doğmuş gibi hissedeceksin.
    Kanatların senin, gökyüzü senin olacak.


  • Unutuş Sığınağı

    Bir devrin solgun aynasıydı yüzün,
    Kirpiklerinde akşamın sükûneti,
    Bakışlarında kayıp bir öykünün hüznü.
    Belki de bir masalın son sayfasıydın,
    Yazılmamış, çizilmemiş, unutulmuş.
    Kim bilir hangi diyardan sürgün,
    Hangi düş kırıklığının yansımasıydın?
    Yüreğinde sakladığın sırlarla dolu,
    Açılmamış bir sandık gibiydin.

    Sessizliğin yankısıydı her sözün,
    Bir veda busesi gibi savrulurdu.
    Rüzgarın kanatlarında kaybolurdun,
    Gitmek miydi tek çaren, söyle nedir suçun?
    Ben bilirim, bir arınmadır bu gidiş.

    Çoktan unutulmuş bir şarkı gibisin,
    Nağmeleri silinmiş, sesi solmuş.
    Belki de bir umut ışığı ararsın,
    Karanlık dehlizlerde yolunu kaybedersin,
    Kendi iç sesini duyamazsın,
    Yalnızlığın kuyusunda çırpınırsın.

    Şimdi uzaklarda,
    Unutulmuş bir iz,
    Sonsuz bir hiçlik.


  • Yontulmamış Taşın Hüznü

    O kadar da yabancı gelmezdi belki mermerin soğukluğu,
    ellerim o sert yüzeyde bir anlam bulamasaydı eğer.

    Çekilmez olmazdı o bitmek bilmeyen sessizlik,
    bir fısıltı bile yankılanmasaydı içinde.

    Korkunç bir çaba olmazdı sanata ulaşmak belki de,
    o taşın derinliklerinde bir ruh saklı olmasaydı eğer.

    Anlamsız kalırdı belki de her bir darbe,
    geleceğe bir şekil verme arzusu olmasaydı eğer.

    O kadar da zor olmazdı, geceler boyu süren emek,
    bir heykelin doğuşuna şahitlik etmeseydim eğer.

    Unutulurdu belki yorgun geçen günler,
    bir şaheserin tamamlanmasıyla son bulmasaydı eğer.

    Görünmez olurdu belki o tozlu eller,
    sanatın büyüsüyle parlamasaydı eğer.

    Umutsuzluğa düşülmezdi belki de hiç,
    her bir yontukta yeni bir başlangıç bulunmasaydı eğer.

    Kaybolup giderdi belki de o taşın öyküsü,
    sanatçı ona bir ses vermeseydi eğer.

    Değersiz olurdu fırçanın her dokunuşu,
    tuval bir anlam taşımasaydı eğer.

    Yok olurdu renklerin ahengi,
    ruha dokunmasaydı eğer.

    Gizli kalırdı belki de o içsel fırtına,
    sanatçı onu dışa vurmasaydı eğer.

    Acımasız olmazdı eleştirilerin okları,
    sanatçı kendi gerçeğini yansıtmasaydı eğer.

    Sönük kalırdı her sergi salonu,
    bir ruhun izleri olmasaydı eğer.

    Ulaşılmaz olmazdı belki de o yüce duygu,
    sanatçı kendini adamasaydı eğer.

    Boşlukta asılı kalırdı her nota,
    bir melodiye dönüşmeseydi eğer.

    Duyulmazdı rüzgarın fısıltısı bile,
    bir besteye ilham vermeseydi eğer.

    Ölümsüzleşmezdi belki de o anılar,
    bir ezgiyle yeniden canlanmasaydı eğer.

    Belki de anlamsızdı o uzun yolculuklar,
    sanatın ışığı yol göstermeseydi eğer.


  • Gün Dönümü Ayini

    Bir fısıltı, derinden.
    Karanlıkta bekleyen,
    Umut ışığı beliren.

    Yedi mum yakılır, tek tek,
    Her biri bir dileği göğe salar.
    Toprak kokusu yükselir, dumanla karışır,
    Eski sözler unutulur, yeni sayfalar açılır.
    Düğümler çözülür, sessizce,
    Yüzlerde beliren minik bir tebessüm,
    Gecenin koynunda, gizlenen bir umut.
    Yıldızlar şahit bu gizli törene,
    Evren fısıldar; “Başlıyor her şey yeniden.”

    Alevler dans eder, gölgeler uzar,
    Ruhlar arınır, geçmişten sıyrılır.
    Yılan derisini atar, kuş kanat çırpar,
    Güneş doğarken, bir veda, bir başlangıç.
    Küllerinden doğan, yenilenen bir inanç,
    Zaman durulur, kalp atışları hızlanır,
    Gözler kamaşır, yeni bir dünyaya uyanılır.
    Ritüel tamamlanır, sessizlik çöker,
    Sadece anılar kalır, bir de umut…
    Ve yeni bir gün, kapıda bekler.
    Şimdi, her şey daha farklı.


  • Kül Renginde Yeminler

    Bir şehir vardı, sisler içinde kayıp,
    Yüzünde hüzün, bakışları yorgun.
    Her adımında bir hatıra saklı,
    Ayrılık türküsü dillerde donuk.
    Sessizce ağlar, kimse duymaz feryadı,
    Kaderine küsmüş, çaresizce suskun.

    Ne baharlar geldi, ne güller açtı,
    Sonsuz bir kış hüküm sürer kalbinde.
    Yalan vaatler, sahte sevgiler gördü,
    Her ihanet bir iz bıraktı derinde.
    Umutsuzluk bir nehir gibi akarken,
    Bir ışık arar, karanlık dehlizlerde.
    Bekler durur, belki bir gün gelir diye,
    Yüzünü güldürecek bir el uzansın.
    Ama nafile, her geçen an daha da beter,
    Kül renginde yeminler savrulur rüzgarda.

    Yine de bekler,
    Belki bir mucize.
    Çünkü inanmak,
    Yaşamaktır işte.


  • Camın Ardındaki Tango

    Gün batımı, eski bir resmin solgun rengi,
    Pencerede bekleyen yalnız bir silüet.
    Dışarıda hayat, bir nehir gibi akarken,
    İçeride zaman, donmuş bir an gibi.
    Bir yadigâr sandık, anıları saklayan,
    Her toz zerresinde bir hikaye fısıldayan.
    Rüzgarın sesi, uzak bir şarkı gibi,
    Kalbimizde yankılanan bir melodi.
    Camın ardında bir tango başlar,
    Hayallerle gerçeğin dansı.

    Unutulmuş mektuplar, sararmış yapraklar,
    Geçmişin izleri, silinmeyen hatıralar.
    Her yağmur damlası, bir gözyaşı gibi,
    Yanaklarımızdan süzülen bir hüzün.
    Bir umut ışığı, karanlığı delen,
    Yarınlara dair bir inanç fidesi.
    Pencere, bir aynadır dünyaya açılan,
    İçimizdeki derinliği yansıtan.
    Camın ardında bir tango devam eder,
    Yalnızlığın ve özlemin dansı.


  • Yitik İzler

    Ne kuş uçar yurdun semasından,
    Ne toprak kokar bildiğim gibi.
    Ne bir ses duyarım eski zamandan,
    Gurbet içimde bir garip nebi.

    Yabancı yüzler, yabancı diller,
    Hasretin ateşi sinemde yanar.
    Anılar birer birer beni biler,
    Gözyaşım yanakta usulca donar.
    Ne bir dost eli, ne bir tanıdık yüz,
    Yalnızlık içimde derin bir kuyu.
    Bir umut kırıntısı belki bir iz,
    Yüreğimde saklı gurbetin huyu.