Yazar: Cuma Bozkurt

  • Zihnimin Labirenti

    Düşüncelerim girdapta, kaybolmuşum,
    Bir labirentin derin dehlizlerinde.
    Her köşe bir soru, her duvar bir çıkmaz,
    Nereye gitsem, varamıyorum bir yere.
    Yankılanan sesler, kendi iç seslerim mi,
    Yoksa aklımın oyunları mı bunlar?
    Bir ışık arıyorum, bir umut kırıntısı,
    Ama karanlık sarmış her yanı,
    Yolumu bulmak ne kadar zor böyle.

    Belki de yol yok,
    Sadece dönüp durmak.
    Bu labirent benim kaderim,
    Belki de kabullenmek gerek.

    Düşünceler zincirleme reaksiyon,
    Biri diğerini tetikliyor durmadan.
    Mantık nerede, duygu nerede,
    Ayırt edemiyorum artık.
    Her şey birbirine karışmış,
    Bir karmaşa yumağı olmuş zihnim.

    Bazen bir kapı beliriyor,
    Ardında bir umut ışığı.
    Ama yaklaştıkça kayboluyor,
    Bir serap gibi sönüyor.
    Belki de aradığım cevap,
    Bu labirentin içinde değil,
    Belki de dışarı çıkmam gerek.

    Ama nasıl? Bilmiyorum.
    Korkuyorum kaybolmaktan daha da,
    Dışarıda ne var, bilmiyorum.
    Belki daha büyük bir labirent,
    Belki de hiçlik.
    Bu yüzden kalıyorum burada,
    Düşüncelerimle baş başa.

    Bu labirent benim kalbim,
    Ve ben buranın mahkûmuyum.
    Belki bir gün çıkarım,
    Ama şimdilik buradayım.
    Kaybolmuş bir ruh gibi.

  • Unutulmuş Oyun Bahçesi

    Salıncak ipi pas rengine dönmeseydi eğer,
    Gökkuşağı kaydırakta düşler birikmeseydi.
    Toprak kokusu sinmeseydi minik dizlere.
    Tahta atlar yorgun, sessiz beklemeseydi.
    Kim hatırlar çocuk kahkahalarını şimdi?

    Beton yığını yükselmezdi göğe,
    Eski ağaçlar kökünden sökülmeseydi eğer.
    Saklambaç oynayan hayaletler dolaşmazdı.
    Salıncaklar rüzgarda boş yere sallanmazdı.
    Duvarlara çizilen resimler solmasaydı.
    Kırık dökük oyuncaklar bir kenara atılmasaydı.
    Dizler kan revan, kalpler umut dolu olmasaydı.
    Yağmur sonrası toprakta oyunlar kurulmasaydı.
    O masumiyet, o kaygısızlık yitip gitmeseydi.
    Kim inanırdı bir zamanlar oranın cennet olduğuna,
    Çocuk sesleri yankılanmasaydı her köşesinde.

    Kim anar o günleri,
    Masumiyetin ta kendisi
    Yüreklere kazınmasaydı eğer.

  • GELENEK TÜRKÜSÜ

    Bir yelkenli gibi geçmişe dönmek isterim.
    Her düğümü, her dalgayı bilmek isterim.
    Çocukluk bahçelerinde koşarken yitirdiğim,
    O saf türküyü yeniden duymak isterim.
    Köklerimin sesini, toprağın nefesini,
    Gönlümde bir ömür boyu taşımak isterim.

    Tükenen sabahlara fısıldanan ninniyi,
    Ayrılık acısıyla yakılan ağıtı,
    Bayram sabahı çalınan davulu,
    Gelin alayının coşkusunu,
    Harman yerinde söylenen türküyü,
    Yaz yağmuru gibi içime sindirmek,
    Tüm zamanları bir anda yaşamak isterim.

    Unutulmasın diye,
    Yüreğimde saklarım.
    Her notayı özenle işlerim.

    Kulağımdan silinmeyen o nağmeleri,
    Yeniden canlandırmak, diriltmek için,
    Bir ömür boyu uğraşsam yine de azdır.
    Her sözü, her sazı, her nefesi,
    Birer inci gibi saklarım gönlümde.
    Gelenekten geleceğe bir köprü kurmak,
    Yarına umutla bakmak isterim.
    Kaybolmasın diye.

    Yüreğimde çalar,
    Asırlık ezgiler.

    Gelecek nesillere aktarmak için,
    Bu mirası korumak en büyük görevimdir.
    Her bir notasıyla yeniden doğarım,
    Her bir sözüyle yeniden anlam kazanırım.
    Bu ezgiler benim kimliğimdir,
    Bu türküler benim vatanımdır,
    Gelenek türküsünü sonsuza dek söylemek isterim.

  • Kanat İzleri Kaldırımda

    Gök kubbe değil artık evleri,
    Beton sardı her bir nefesleri.
    Uçuşları çizik, soluk renkleri,
    Kaldırımda kaldı kanat izleri.

    Çığlıkları yankı değil, bir fısıltı sadece,
    Korku sardı minik yürekleri sessizce.
    Ardıç kuşuydu, serçeydi, güvercindi hepsi,
    Şimdi göğe değil yere bakıyor gözleri.
    Bir zamanlar umut taşırdı kanatları rüzgarda,
    Şimdi bir gölge gibi kayboluyorlar anılarda.
    Belki bir gün yeşerir umut yeniden içlerinde,
    Ama o güne dek, kanat izleri kaldırımda.

  • BAYRAM HÜZÜNLENMESİ

    Bayramdır, herkes sevinçten uçarken,
    Benim içimde bir buruk telaş.
    Eski bayramların tadı yok artık,
    Her şey değişti, zamanla aktı.
    Yalnızlık çöktü omuzlarıma,
    Hatıralar canlandı bir bir,
    Gözlerim doldu, içim yandı.

    Bayramdır, çocuklar şeker toplarken,
    Benim çocukluğum geldi aklıma.
    O masumiyet, o coşku nerede şimdi?
    Kayboldu gitti, geri gelmeyecek.
    Her bayram biraz daha büyüdüm,
    Her bayram biraz daha uzaklaştım kendimden.
    Hayatın acımasız gerçekleri,
    Yüzüme bir tokat gibi çarptı.
    Bayramdır, ama içimde bayram değil.
    Yapay bir gülümseme yüzümde.

    Bayramdır, herkes aileleriyle bir aradayken,
    Benim ailem çoktan dağıldı.
    Kimisi uzaklarda, kimisi toprağın altında.
    O eski sofralar, o kalabalık kahkahalar,
    Hepsi birer hayal oldu artık.
    Bayramdır, ama yalnızım bu bayramda.
    İçimde bir boşluk, bir özlem var.
    Keşke her şey eskisi gibi olsaydı,
    Keşke o günlere geri dönebilseydim.
    Ama artık çok geç, her şey değişti.
    Bayramdır, ama benim için bayram değil.

    Bayramdır, herkes yeni kıyafetler giyerken,
    Ben eski anıları giyindim.
    O eski bayramlıklar, o özenle saklanan oyuncaklar,
    Hepsi birer teselli oldu bana.
    Bayramdır, ama yenilik yok içimde.
    Eskinin özlemi, yeninin telaşı var.
    Hayat bir döngü gibi, tekrar ediyor kendini.
    Ama ben aynı değilim, değiştim artık.
    Bayramdır, ama içimde buruk bir hüzün var.
    Keşke bu hüzün hiç olmasaydı.

    Bayramdır…
    Yoksa değil mi?
    Belki de sadece bir gün.
    Geçecek nasılsa…

  • Eski Bir Gramofonun Hüznü

    Rüzgar diner şimdi,
    Sessizlik çöker ağır,
    Bir anı kalır.

    Dudaklarda eski bir şarkı,
    Tozlu plak dönmeye başlar,
    Maziden bir fısıltı.

    Dudaklarda titrek bir name,
    Bir gramofonun yorgun sesi,
    Çalar durur eski aşkları,
    Kaybolan sevinçleri,
    Yarım kalmış sözleri,
    Unutulmuş gülüşleri,
    Bir de terk edilmiş bir baharı.

    Gecenin koynunda yankılanır,
    Her nota bir hasret türküsü,
    Her çizik bir anının izi,
    Zamanda yolculuk başlar,
    Gözler yaşlarla dolarken,
    Melodi kalbe dokunur derinden,
    Geçmişin hayaleti belirir usulca,
    Bir gramofonun hüznü sarar her yanı.

    Döner durur plak, bitmek bilmez,
    Bir devrin şarkısı fısıldanır sessizce,
    Hatıralar canlanır, birer birer,
    Yüzlerde beliren eski tebessümler,
    O kayıp zamanların tozlu yolları,
    Bir gramofonun hüznüyle yoğrulur anılar,
    Rüzgarın getirdiği bir melodiyle uyanır özlem,
    Yüreğe dokunan her nota bir veda busesi gibi,
    Bir gramofonun şarkısıdır bu, sonsuza dek sürecek,
    Eski bir aşkın, unutulmuş bir hatıranın türküsü.

  • Denize Fısıltı

    Dalgaların ardında ne var,
    Bilinmez bir diyar mı,
    Yoksa sadece su ve tuz,
    Ufukta kaybolan düşler,
    Gerçeğe dönüşür mü?

    Martılar çığlık çığlığa,
    Anlatır bilmediklerimi,
    Denizin sırlarını,
    Eskimeyen bir şarkı gibi.

    Rüzgarla savrulan kumlar,
    Hatıraları fısıldar,
    Geçmişten geleceğe,
    Yazılan bir mektup,
    Kim okur anlar?

    Güneş batarken kızıllık,
    Yakar içimi derinden,
    Bir umut mu saklıdır,
    Denizin dibinde yoksa,
    Sadece bir yanılsama,
    Veda ederken güne,
    Yarın yeniden doğacak mı?

    Sessizlik…

    Yakamozlar dans eder,
    Suların yüzünde nazlı,
    Aşkın bir yansıması.

    Deniz, sonsuz bir ayna,
    Kendimi gördüğüm,
    Kaybolduğum,
    Yeniden doğduğum,
    Bir labirent gibi,
    Çözülmeyi bekleyen,
    Bilmecelerle dolu,
    Gizemli bir dünya…

  • Yontulmamış Taşın Sırrı

    Bir düş gördüm, sessiz bir atölyede
    Mermer yığınları, tozlu bir zeminde
    Çekiç sesleri yankılanır derinde
    Bir usta vardı, yüzü kırışık, çileli
    Gözlerinde bir ışık, sanki bin yıllık
    Yontulmamış bir taş, kaderi bekler gibi
    Usta dokundu, bir fısıltı duyuldu.

    O taş bir heykel olacaktı elbet
    Belki bir tanrıça, belki bir kahraman
    Yüzyıllara meydan okuyacak bir anıt
    Usta biliyordu, sabırla bekliyordu.

    Her vuruş bir dua, her parça bir umut
    Taşın içindeki ruhu uyandıracaktı.

    Günler geçti, aylar, belki de yıllar
    Usta yorulmadı, usanmadı asla
    Çünkü biliyordu, sanat bir yolculuk
    Bir arayış, bir varoluş sebebiydi
    Taşın içindeki sırrı çözmek için
    Her zerresine aşkla dokundu.

    Sonunda bitti, bir şaheser doğdu
    Taş dile geldi, bir öykü anlattı.
    Ustanın gözlerinde bir damla yaş
    Sanatın gücü, ölümsüzlüğün sırrı.

    Ve sustu çekiç.

    Yontulmamış taş şimdi bir efsane.

  • Kum Saati Fısıltısı

    Kum saati usulca fısıldar;
    geçen zamanı, yitip giden anıları.
    Her bir tanesi bir hikaye anlatır,
    doğuşu, büyümeyi, ayrılık acısını.

    Sessizce akar kum, hiç durmadan,
    bir döngünün içinde, kaybolmadan.
    Hatıralar birikir, kum taneleri gibi,
    yaşanmışlıklar, kalbin derinliklerinde saklı.

    Fısıltısı duyulur, uzaklardan,
    bir melodi gibi, zamanın akışından.
    Kum saati, hayatın aynasıdır,
    geçmişi hatırlatır, geleceği işaret eder.

    Beklemek güzeldir, umutla,
    kum tanelerinin düşüşünü izlerken.

  • Paslı Çalar Saat

    Zamanın dişlileri yavaşça dönüyor
    Gecenin koynundan bir gün sökülüyor
    Eski bir şarkı usulca fısıldıyor
    Ruhum bu seste bir şeyler arıyor
    Belki bir umut, belki bir hatıra
    Dünümün izleri sinmiş toprağa
    Uyanış bir rüya gibi yaklaşıyor

    Gözlerim açılır, güneş vuruyor
    Yüzüme bir tebessüm konuyor
    Yeni bir başlangıç sanki doğuyor
    Kalbimde bir umut filizleniyor
    Yolum aydınlık artık biliyorum