Kategori: Şiir

  • Külrengi Sabah

    Külrengi bir sabah, uykusuz gözlerimde,
    Şehrin sisli yüzü vurur camlara.
    Yine bir gün başlıyor, yorgun ve bitkin,
    Ruhum bir enkaz, kalbim bir virane.
    Umutlar tükenmiş, hayaller yarım,
    Sessizlik çöker, derin bir boşluk.

    Yüzümde bir tebessüm, sahte ve zoraki,
    Maskeler ardında saklarım acılarımı.
    Her adım bir yük, her nefes bir sancı,
    Yine de yürürüm, hayata karşı.
    Bilirim, güneş doğacak bir gün yeniden,
    Ama o güne kadar, karanlığa teslimim.
    Yine de beklerim, bir mucize olur diye.

    Kuşlar uçar gökyüzünde, özgür ve mutlu,
    Ben ise tutsak, kendi içimde kaybolmuşum.
    Duvarlar örülmüş etrafıma, aşılmaz ve yüksek,
    Kaçmak isterim, kurtulmak bu kabustan.
    Ama zincirler vurulmuş ayaklarıma, koparamam,
    Çaresizce beklerim, bir el uzansın diye.
    Belki bir gün, bir ışık belirir tünelin sonunda,
    Belki o zaman, yeniden doğarım küllerimden.
    Ama şimdilik, sadece beklerim, umutsuzca,
    Külrengi bir sabahın solgun ışığında.
    Ruhumun derinliklerinde bir fırtına kopar,

    Zaman acımasız bir nehir, akar durur,
    Hatıralar birer birer silinir hafızamdan.
    Yalnızlığım bir yorgan gibi sarar beni,
    Isıtır mı, boğar mı, bilemem artık.
    Her yeni gün, bir umutsuzluk türküsü,
    Fısıldar kulağıma, unut ve vazgeç diye.
    Ve ben, direnmeye çalışırım, son nefesime kadar,
    Kaybolmamak için, bu dipsiz kuyuda.
    Ama güç tükenir, umut solar,
    Külrengi bir sabahta, teslim olurum sessizliğe.

  • Külrengi Hatıralar

    Eski bir sandıkta saklıyorum seni,
    Külrengi hatıraların arasında.
    Solgun fotoğraflar, sararmış mektuplar,
    Unutulmuş şarkılar, yarım kalmış rüyalar.
    Zamanın tozu sinmiş her bir köşesine,
    Geçmişin hayaletleri dolaşır durur.
    Bir zamanlar ne çok severdik, ne çok gülerdik,
    Şimdi sadece bir anı, uzak ve soluk.

    Sisli bir sabah gibi,
    Kaybolan bir iz.
    Yine de ararım seni, külrengi hatıralarda,
    Bir umut kırıntısı bulurum belki.
    Gözlerin hala aynı mı, saçların hala uzun mu?
    Sesin hala aynı sıcaklıkta mı, bilmiyorum.
    Sadece bir hayaletin var bende kalan,
    O da giderek siliniyor, kayboluyor.
    Belki de en iyisi unutmak, kurtulmak bu yükten.

    Ama nasıl unuturum seni,
    Külrengi hatıralara gömülmüşken?
    Her an bir parçan var içimde,
    Bir gülüşün, bir bakışın, bir dokunuşun.
    Sen benim vazgeçilmezimdin,
    Şimdi ise en büyük pişmanlığım.
    Keşke hiç tanımasaydım seni,
    Keşke hiç sevmeseydim seni,
    Keşke hiç ayrılmasaydık.

    Yine de teşekkür ederim sana,
    Külrengi hatıralar için.

    Çünkü sensiz geçen her an,
    Bir cehennem azabı gibi.
    Geceler boyu uykusuz kalırım,
    Adını sayıklarım, seni ararım.
    Ama bilirim ki artık yoksun,
    Olmayacaksın, gelemeyeceksin.
    Bu aşk bir yanılgıydı, bir hayaldi,
    Şimdi ise gerçekliğin acımasız yüzü.
    Ve ben, bu gerçeklikle yaşamak zorundayım,
    Külrengi hatıralarla avunarak.

    Yalnızlığım yoldaşım,
    Hüzün arkadaşım oldu.
    Kadehimde yudumladığım şarap,
    Ayrılığın acı tadını bırakır.
    Duvarlara çizdiğim resimler,
    Seni hatırlatır, canımı yakar.

    Ama ne yapabilirim ki,
    Kader böyle yazılmış.
    Belki bir gün unuturum seni,
    Belki bir gün affederim seni.
    Ama asla unutmayacağım külrengi hatıraları,
    Seninle geçen o güzel günleri.
    Ve hep saklayacağım seni kalbimde,
    Bir yara izi gibi, kapanmayan.

  • Külrengi İstanbul

    Sisli bir sabahın koynunda doğdu İstanbul,
    Külrengi bir örtü serilmiş üzerine.
    Minareler göğe uzanır, sessiz ve yalnız,
    Martılar çığlık çığlığa, bir telaş içinde.
    Tarihin nefesi eser Boğaz’ın sularında,
    Yalılar hüzünlü, köprüler yorgun.
    Deniz kokusu karışır egzoz dumanına,
    Bir tezatlar şehri, karmaşık ve derin.
    İstanbul, benim sevdam, benim kederim.

    ***

    Tramvay raylarında biriken anılar,
    Kaldırım taşlarında yankılanan ayak sesleri.
    Kapalıçarşı’nın labirentlerinde kaybolan düşler,
    Sokak satıcılarının bitmeyen çığlıkları.
    Balık ekmek kokusu siner her köşeye,
    Çay simit keyfi, vapurda martılara eşlik.
    Aşklar yaşanır gizlice, ihanetler kol gezer,
    Her yüz bir hikaye, her göz bir roman.
    İstanbul bir sahne, herkes oyuncu,
    Hayat bir oyun, kuralları belirsiz.
    Ve ben, bu oyunun bir parçası, savrulurum.

    ***

    Gece çöker İstanbul’un üzerine, ışıklar yanar,
    Barlar, meyhaneler dolar taşar, hayat başlar yeniden.
    Müzik sesleri yükselir, kahkahalar yankılanır,
    Unutulur gündüzün kederi, sarhoşluk bir sığınak.
    Aşk şarkıları söylenir, ayrılık acıları paylaşılır,
    Her kadeh bir teselli, her sarhoş bir filozof.
    İstanbul, gecenin kraliçesi, gizemli ve çekici,
    Bütün günahları örter, bütün yaraları sarar.
    Ama sabah olur, gerçekler acıtır yeniden,
    Ve İstanbul, külrengi örtüsüne bürünür, susar.
    Ben, bu şehrin delisi, geceye aşık, güneşe küskün.

    ***

    Yedi tepeli şehir, bin yıllık çınar,
    Her köşesi bir tarih, her sokağı bir anı.
    İstanbul, benim ilk aşkım, son pişmanlığım,
    Sensiz geçen her gün bir azap bana.
    Bu şehirde doğdum, bu şehirde öleceğim,
    Küllerim Boğaz’ın sularına karışacak.
    İstanbul, benim kaderim, benim yazgım,
    Külrengi bir rüya, hiç bitmeyen.

  • Şafağın Sancıları

    Alacakaranlık çökerken şehrin üzerine,
    Bir şafak vakti sancısıdır bu, bilirim.
    Gölgeler uzar, ruhumun dehlizlerinde kaybolurum,
    Yarınlara dair umutlarım, birer birer sönümlenir.
    Yıldızlar küskün, ay yalnız, gece sessiz,
    Kalbim bir kurşun gibi ağırlaşır içimde.
    Uykusuz gözlerim, sabaha bir ağıt yakar,
    Ve ben, bu karanlıkta bir başına beklerim.

    Sisli bir sabahın ayazında uyanırım,
    Yüzüme vuran güneş ışığı, acıtır gözlerimi.
    Dün geceki kabus, hala üzerimde bir gölge gibi,
    Hayatın acımasızlığı, tokadını vurur yüzüme.
    Kelimeler kifayetsiz kalır, anlatmaya bu sancıyı,
    Boğazımda düğümlenir sözler, feryadım duyulmaz.
    Yalnızlığın soğuk nefesi, ensemde dolaşır durur,
    Çaresizliğin girdabında kaybolurum yavaş yavaş.
    Bir çıkış yolu ararım, karanlıktan aydınlığa,
    Ama nafile, her adım beni daha da dibe çeker.

    Güneş yükselir, aydınlanır dünya,
    Ama benim içimde hala karanlık hüküm sürer.
    Maskeler takarım, gülümserim sahte,
    Saklarım acımı, kimseye göstermem.
    Hayat bir tiyatro sahnesi, ben bir oyuncu,
    Rolümü oynarım, içimde kan ağlarken.
    Umutsuzluğun pençesinde kıvranırım,
    Ve bilirim, bu şafak sancısı geçmeyecek.

    Ruhum bir enkaz yığını,
    Enkazın altında kalmış umutlarım.
    Gelecek bir muamma, bilinmez bir yol,
    Yolun sonunda ne var, kestiremem.
    Yorgun adımlarla ilerlerim,
    Taşıdığım yük çok ağır.

    Her gün yeniden doğar güneş,
    Her gün yeniden başlar hayat.
    Ama benim için değişen bir şey olmaz,
    Aynı sancı, aynı acı, aynı karanlık.
    Yine de yaşarım, inadına yaşarım,
    Belki bir gün değişir her şey diye.
    Gözlerim ufka takılır, beklerim,
    O mucizevi anı, o aydınlık şafağı.
    Ama içimde bir ses fısıldar,
    “Bekleme, gelmeyecek.”

    Ve ben, bu şafak sancısıyla yaşarım,
    Alışırım acıya, karanlığa, yalnızlığa.
    Maskemi takarım, gülümserim sahte,
    Rolümü oynarım, sonuna kadar.
    Belki bir gün biter bu oyun,
    Belki bir gün diner bu sancı.
    Ama o güne kadar, beklerim,
    Umutla, sabırla, inatla.
    Ve bu bekleyiş, bir ömür sürer,
    Ta ki son nefesime kadar.

    Son bir umut ışığı belirir ufukta,
    Belki de gelmiştir o aydınlık şafak.
    Ama ben, artık çok yorgunum,
    Gözlerimi kapatırım, teslim olurum.
    Şafak sancısı diner, karanlık çöker,
    Ve ben, sonsuzluğa doğru yolculuk ederim.

  • Kırık Dökük Plak

    Tozlu raflarda unutuldum,
    Bir zamanlar şarkılar fısıldayan,
    Şimdi sustum.

    Çiziklerim derin, anılarla dolu,
    Her bir dönüşümde bir hikaye saklı.
    Bir zamanlar aşkın melodisiydim,
    Dans eden ayakların neşesiydim.
    Şimdi iğne değmiyor tenime,
    Unutulmuş bir köşede bekliyorum.
    Belki bir gün yeniden çalarım.

    Ama o güne dek,
    Sessizliğin içinde kaybolurum,
    Kırık dökük bir plak,
    Mazinin yansıması.
    Artık kimse hatırlamaz.

    Rüzgar eser, tozlar savrulur üzerimde,
    Hatıralar canlanır bir an,
    Sonra yine karanlığa dönerim.
    Duyulmayan şarkılarım var benim,
    Söylenmemiş sözlerim,
    Kaybolmuş notalarım.
    Bir umutla beklerim,
    Belki bir el uzanır bana.

  • Yitik Zamanın Kıyısında

    Deniz feneri, yalnızlığın kulesi,
    Karanlık sulara bir el uzatır,
    Sisli gecelerde umudu fısıldar.
    Dalgalar döver kıyıları usanmadan,
    Geçmişin hatıralarını taşır gelir.
    Kum taneleri, zamanın ayak izleri,
    Silinir gider her yeni gelende.
    Martılar çığlık çığlığa döner durur,
    Kaybolan gemilerin yasını tutar.
    Ben, bu kıyıda bir yabancı,
    Yitik zamanın peşinde bir gezginim.

    Rüzgar eser, saçlarımı savurur,
    Gözlerim ufukta kaybolur gider.

    Güneş batar, gökyüzü kızıl bir şölen,
    Hüzünlü bir veda gibi gelir bana.
    Yıldızlar belirir, gökte birer elmas,
    Yolumu aydınlatır, beni yönlendirir.
    Ben, bu karanlıkta bir ışık arayan,
    Kaybolmuş ruhumun izini sürenim.
    Denizin derinliklerinde bir sır saklı,
    Belki de aradığım cevap oradadır.
    Ama korkarım, dalmaya cesaretim yok,
    Bilinmezlik beni ürkütür, engeller.
    Bu kıyıda kalmaya mahkûm muyum,
    Yoksa bir gün cesaretimi toplayacak mıyım?

    Düşlerim beni alıp götürür uzaklara,
    Hayallerim beni sarar, beni ısıtır.
    Ama sabah olur, gerçekler yüzüme vurur,
    Ve ben yine bu yalnız kıyıda kalırım.
    Ne bir gemi gelir beni almaya,
    Ne de bir el uzanır bana yardım etmeye.

    Ve ben, bu kıyıda bir gölge gibi,
    Kaybolurum zamanın içinde yavaşça.
    Deniz feneri yanar durur tepemde,
    Yolumu kaybetmemem için bir işaret.
    Ama ben artık yorgunum, umutsuzum,
    Belki de kaybolmak en iyisidir benim için.
    Bu yitik zamanın kıyısında,
    Sonsuzluğa doğru bir yolculuk başlar.
    Belki de sonunda huzur bulurum,
    Belki de kaybolurum sonsuza dek.
    Ama en azından denedim, aradım,
    Yitik zamanın peşinde koştum durdum.

  • Yitik Zamanın İzleri

    Eskimiş bir sandığın derinlerinde saklı,
    Yitirdiğim anılar, solgun birer yaprak gibi.
    Tozlu raflarda unutulmuş bir kitap,
    Okunmamış satırlarla dolu, sessiz çığlık.
    Geçmişin hayaletleri dolaşır odamda,
    Yüzleri silinmiş, sesleri kısık.
    Bir zamanlar benim olan, şimdi yabancı.

    Saatler durmuş, akrep yelkovanı unutmuş,
    Zamanın nehrinde kaybolmuş bir sandal.
    Yüzümde beliren çizgiler, yaşanmışlıkların izi,
    Bir aynada gördüğüm yabancı suret.
    Dün, bugün, yarın, hepsi bir yanılsama,
    Kaybolmuş bir yolculuğun sonu.

    Rüzgarın fısıltısı, eski bir şarkı,
    Hatırlamak istediğim, unutmaya çalıştığım.

    Güneşin batışı, gökyüzünde kızıl bir veda,
    Yarın ne getirecek, bilinmez bir ada.

    Ve ben, bu yitik zamanın kıyısında,
    Bekleyen bir yolcuyum, umutla karışık korkuyla.
    Ellerim boş, yüreğim buruk,
    Geçmişin yükü omuzlarımda.
    Belki bir gün, yeniden bulurum kaybettiğimi,
    Belki bir gün, zamanın sırrını çözerim.
    Ama şimdilik, sadece beklerim,
    Yitik zamanın izlerini sürerek.

  • Yitik Pusula

    Deniz feneri söndü, karanlıkta kaldı kıyı,
    Yıldızlar kayboldu, yolumu bulamam artık.
    Eski bir harita elimde, yırtık ve solgun,
    Anlamını yitirmiş işaretler, silinmiş sırlar.
    Rüzgar uğultusu bir feryat gibi yükselir,
    Yönümü şaşırdım, kayboldum enginlerde.
    Ufuk çizgisinde bir hayal belirir,
    Belki bir umut ışığı, belki de bir yanılsama.
    Yelkenlerim yırtık, umutlarım kırık.

    Yosun kokulu dalgalar döver durur teknemi,
    Sonsuzluğun girdabında savrulurum çaresizce.
    Geçmişin izleri silinir bir bir,
    Geleceğe dair hiçbir umut kalmaz içimde.
    Sadece derin bir yalnızlık,
    Ve bitmeyen bir bekleyiş.
    Kaybolmuş bir pusulanın rehberliğinde.

    Martılar çığlık atar üstümde,
    Sanki kayıp ruhumun feryadı onlar.
    Gecenin koyu karanlığı çöker üzerime,
    Yıldızlar saklanır bulutların ardına.
    Ben, yitik bir yolcu,
    Sonsuz denizde kaybolmuş bir tekne,
    Umutsuzluğun karanlığında.

    Her dalga bir anı getirir,
    Her rüzgar bir pişmanlık fısıldar.
    Uzaklarda bir ada belirir,
    Belki bir sığınak, belki de bir tuzak.
    Ama gidecek başka yerim yok,
    Umutsuzluğun beni sürüklediği yere,
    O bilinmez adaya doğru yol alırım.

    Yorgun ve bitkin,
    Umutsuz ve çaresiz.
    Sadece gitmek,
    Sadece beklemek.
    Yitik bir pusulayla.

    Güneş doğar usulca, denizin üstünden,
    Bir umut ışığı belirir içimde yeniden.
    Belki bu ada bir kurtuluş olabilir,
    Belki de yeni bir başlangıç.
    Ama önce geçmişi geride bırakmalıyım,
    Pişmanlıkları unutmalı,
    Yeniden umut etmeyi öğrenmeliyim.
    Çünkü biliyorum ki, hayat devam ediyor,
    Ve yitik bir pusulayla bile olsa,
    Bir gün doğru yolu bulabilirim.
    Yeter ki pes etmeyeyim.

    Sadece beklerim.

  • Son Dans

    Müzik biter, ışıklar söner,
    Salonda son bir çift kalır,
    Bizim gibi, aşkın son dansını yapan.
    Her adım bir veda, her dönüş bir hüzün,
    Bu dans, biten bir sevdanın ağıtı.
    Gözlerimizde yaşlar, kalbimizde sızı,
    Ama yine de dans ederiz,
    Son kez sarılırız birbirimize,
    Son kez fısıldarız sevdiğimizi.
    Biliriz ki bu son dans,
    Bu son veda,
    Ama yine de bırakmayız birbirimizi,
    Müziğin son notası havada asılı kalana dek,
    Aşkımızın son nefesini verene dek.
    Ve sonra, sessizlik çöker salona,
    Geriye kalan sadece boşluk,
    Ve kırık bir kalbin yankısı.

  • Duvardaki Çatlak

    Odamın duvarındaki ince bir çatlak,
    Günden güne büyür, derinleşir.
    Tıpkı ruhumdaki yaralar gibi,
    Gizlenemeyen, örtülemeyen.
    O çatlaktan sızar içeri karanlık,
    Geçmişin hayaletleri, pişmanlıklar.
    Her bakışta yeni bir acı keşfederim,
    Her dokunuşta yeni bir sızı hissederim.
    Bu duvar, benim iç dünyamın aynası,
    Kırılganlığımın, çaresizliğimin simgesi.
    Ve o çatlak, belki de bir gün,
    Tüm duvarı yıkacak,
    Beni enkazın altında bırakacak.
    Ama o güne kadar,
    O çatlakla yaşamayı öğreneceğim,
    Tıpkı kendi yaralarımla yaşadığım gibi.