Sisli bir sabahın koynunda doğdu İstanbul,
Külrengi bir örtü serilmiş üzerine.
Minareler göğe uzanır, sessiz ve yalnız,
Martılar çığlık çığlığa, bir telaş içinde.
Tarihin nefesi eser Boğaz’ın sularında,
Yalılar hüzünlü, köprüler yorgun.
Deniz kokusu karışır egzoz dumanına,
Bir tezatlar şehri, karmaşık ve derin.
İstanbul, benim sevdam, benim kederim.
***
Tramvay raylarında biriken anılar,
Kaldırım taşlarında yankılanan ayak sesleri.
Kapalıçarşı’nın labirentlerinde kaybolan düşler,
Sokak satıcılarının bitmeyen çığlıkları.
Balık ekmek kokusu siner her köşeye,
Çay simit keyfi, vapurda martılara eşlik.
Aşklar yaşanır gizlice, ihanetler kol gezer,
Her yüz bir hikaye, her göz bir roman.
İstanbul bir sahne, herkes oyuncu,
Hayat bir oyun, kuralları belirsiz.
Ve ben, bu oyunun bir parçası, savrulurum.
***
Gece çöker İstanbul’un üzerine, ışıklar yanar,
Barlar, meyhaneler dolar taşar, hayat başlar yeniden.
Müzik sesleri yükselir, kahkahalar yankılanır,
Unutulur gündüzün kederi, sarhoşluk bir sığınak.
Aşk şarkıları söylenir, ayrılık acıları paylaşılır,
Her kadeh bir teselli, her sarhoş bir filozof.
İstanbul, gecenin kraliçesi, gizemli ve çekici,
Bütün günahları örter, bütün yaraları sarar.
Ama sabah olur, gerçekler acıtır yeniden,
Ve İstanbul, külrengi örtüsüne bürünür, susar.
Ben, bu şehrin delisi, geceye aşık, güneşe küskün.
***
Yedi tepeli şehir, bin yıllık çınar,
Her köşesi bir tarih, her sokağı bir anı.
İstanbul, benim ilk aşkım, son pişmanlığım,
Sensiz geçen her gün bir azap bana.
Bu şehirde doğdum, bu şehirde öleceğim,
Küllerim Boğaz’ın sularına karışacak.
İstanbul, benim kaderim, benim yazgım,
Külrengi bir rüya, hiç bitmeyen.