Uykusuz bir gecenin ardından doğan gün,
Şehrin üzerine sinmiş sis perdesi,
Ruhumun derinliklerinde yankılanan bir boşluk,
Kuş sesleri değil, sirenlerin acı çığlıkları.
Camdan yansıyan siluetim bir yabancı,
Geçmişin hayaletleri sarmış dört bir yanımı,
Kaybolmuş bir yolculuğun pusulası elimde,
Yine de umut ararım, bir ışık huzmesi beklerim,
Bu kül rengi sabahın karanlığında.
Kelimeler boğazımda düğümlenir, konuşamam,
Düşüncelerim karmaşık bir labirentte kaybolur,
Yüreğimde biriken acılar taşar, gözyaşlarımla karışır,
Yapayalnızım bu beton ormanında, kimsesiz,
Rüzgarın uğultusu fısıldar geçmişin sırlarını,
Gelecek belirsiz, bir muamma, çözülmeyen,
Anılar birer birer canlanır, canımı yakar,
Bir zamanlar güldüğüm, şimdi ağladığım günler,
Kaybolmuş bir aşkın izleri silinmez,
Ve ben, bu kül rengi sabahın mahkûmu.
Boşluk.
Güneşin ilk ışınları deler sis perdesini,
Umutsuzluğun pençesinde kıvranan ruhum,
Bir umut filizi yeşerir içimde usulca,
Belki de her karanlık sabahın ardından bir aydınlık gelir,
Belki de her vedanın ardından yeni bir başlangıç vardır,
Kırık hayallerimin enkazında bir umut ararım,
Yeniden doğmak, yeniden başlamak için bir fırsat,
Gözlerim kamaşır, güneşin sıcaklığı içimi ısıtır,
Bu kül rengi sabahın hüznü dağılır yavaş yavaş,
Hayatın yeniden başladığına inanmak isterim,
Ve ben, bu yeni güne umutla başlarım.
Sessizlik.