Kategori: Şiir

  • Kül Rengi Sabahlar

    Sabahın köründe uyanır şehrin yalnızlığı,
    Kül rengi bir sis çöker beton yığınlarının üstüne.
    Gökyüzü ağlamaklı, sanki bir vedanın eşiğinde,
    Tramvay raylarında yankılanır metalik bir çığlık.
    İçimde biriken hüzün, bir nehir gibi akar,
    Umutlarım birer birer kaybolur sisin içinde.
    Kahvemin acı tadı, hayatın buruk gerçeği,
    Duvarlarda asılı kalmış anılar, solgun ve eski.
    Ruhum bir gölge gibi dolaşır sokaklarda,
    Arayışım sonsuz, aradığım kayıp bir cennet.
    Ve ben, bu kül rengi sabahın ortasında bir yabancı.

    Kırık dökük bir hayat, yamalı bohça misali,
    Düşlerim yarım kalmış, hayallerim rehin.
    Yüzümde beliren çizgiler, zamanın acımasızlığı,
    Gözlerimde biriken yaşlar, dinmeyen bir sancı.
    Bu şehir bir labirent, kaybolmuşum içimde,
    Çıkış yolu yok, kurtuluş imkansız gibi.
    Yüreğimde biriken öfke, lav gibi kaynar,
    Suskunluğum bir volkan, patlamaya hazır.
    Ve ben, bu kırık dökük hayatın bir parçasıyım.
    Her şeye rağmen yaşamaya çalışan bir deli.

    Yapayalnızım bu koca şehirde,
    Kimsesizliğim bir zırh gibi sarar beni.
    Dostluklar sahte, sevgiler yalan,
    Herkes bir maske takmış, rol yapıyor.
    İnsanlar birbirine yabancılaşmış,
    Kalpler buz kesmiş, ruhlar kararmış.
    Bu dünya bir sahne, herkes oyuncu,
    Ben ise figüran, yazılmamış bir senaryo.
    Ve ben, bu sahte dünyanın bir parçasıyım.

    Gecenin karanlığında kaybolur sesim,
    Yıldızlar şahit olur yalnızlığıma.
    Ay, bir gölge gibi takip eder beni,
    Geçmişin hayaletleri musallat olur rüyalarıma.
    Uykusuz geceler, bitmek bilmeyen düşünceler,
    Korkularım büyür, endişelerim artar.
    Bu hayat bir sınav, geçmek zorundayım,
    Pes etmek yok, direnmek gerek.
    Ve ben, gecenin karanlığında umut ararım.

    Şafak sökerken bir umut belirir içimde,
    Belki her şey değişir, belki düzelir.
    Güneşin ilk ışıkları aydınlatır yüzümü,
    Yeni bir başlangıç, yeni bir umut.
    Hayata tutunmak, yaşama sevinci,
    Gülümsemek gerek, ağlamak yerine.
    Bu dünya güzel, yaşanmaya değer,
    Yeter ki umut et, yeter ki sev.
    Ve ben, yeni bir güne umutla başlarım.

    Elveda hüzün,
    Merhaba umut,
    Yaşamak güzel.

  • Küllükte Biriken Anılar

    Sessizce tükenen bir sigara gibiydi bazı günler,
    Küllüğümde biriken anılar, dumanı dağılmayan.
    Her nefes bir pişmanlık, her izmarit bir keşkeler yumağı.
    Geçmişin hayaletleri dolanır odamda,
    Yüzleri silik, sesleri fısıltıdan ibaret.
    Bir zamanlar kahkahalarla yankılanan bu oda,
    Şimdi sadece yalnızlığın yankısını barındırıyor.
    Her bir anı, küllükte yanan bir sigara gibi,
    Önce keyif verir, sonra acı bir tat bırakır.

    Küllerin arasında kaybolan bir umut,
    Sönmüş bir ateşin son kıvılcımı.
    Hayat, kül rengi bir tablo,
    Fırçasında sadece hüzün.

    Duvarlarımda asılı kalan gölgeler,
    Benliğimin karanlık yansımaları.
    Her biri ayrı bir hikaye anlatır,
    Ayrılıkların, kayıpların ve unutuluşun.
    Bir zamanlar sevgiyle bakan gözler,
    Şimdi nefretle çevrilmiş yüzler.
    Küllüğüm, ruhumun aynasıdır aslında,
    İçimde biriken acıları yansıtan.
    Ve her yeni anı, bir öncekinin üzerine kül olur.

    Saatler geçer, günler tükenir,
    Küllük dolar taşar anılarla.
    Biriktikçe ağırlaşır yüküm,
    Taşıyamaz olurum bu acıyı.
    Yeniden başlamak isterim,
    Tertemiz bir sayfa açmak.
    Ama küllükteki anılar izin vermez,
    Geçmişin prangalarıdır onlar.

    Küllükte biriken anılar, zehirli bir sarmaşık gibi,
    Sarmış benliğimi, boğuyor beni.
    Kurtulmak isterim bu karanlık dehlizden,
    Ama yollar kapalı, çıkış yok.
    Her gün biraz daha batarım dibe,
    Küllerin arasında kaybolurum.
    Bir zamanlar umutla bakan gözlerim,
    Şimdi sadece çaresizliği yansıtıyor.
    Ve küllük, ruhumun mezarı olur,
    İçinde biriken anılarla birlikte gömülürüm.

  • Kum Saati Hüznü

    Zaman akar gider, kum tanesi gibi,
    Her an bir kayıp, her saniye bir veda.
    Geçmişin izleri silinir yavaşça,
    Gelecek belirsiz, bir sis perdesi,
    Şimdinin tadı damağımda acı bir tat.

    Yıllar birer yaprak gibi düşer ömrümden,
    Rüzgarın savurduğu kuru yapraklar gibi.
    Gençliğin ateşi söner, yerini küller alır,
    Aynada gördüğüm yüz yabancılaşır,
    Gözlerdeki ışıltı kaybolur yavaşça.
    Hatıralar canlanır, birer birer,
    Ama hepsi birer hayalet gibi uzakta.

    Yalnızlığın şarkısı çalınır içimde,
    Bir melankoli rüzgarı eser ruhumda.
    Umutlar tükenir, hayaller solar,
    Gerçek acımasız bir tokat gibi iner.

    Her gün biraz daha yaklaşırım sona,
    Kum saatinin son tanesi düşerken,
    Bir pişmanlık duygusu sarar benliğimi,
    Yapamadıklarım, söyleyemediklerim,
    Pişmanlıklar birer birer boğazıma düğümlenir.
    Aşk bir yalandır, sevgi bir illüzyon,
    Her şey geçici, her şey anlamsız gelir.
    Ölüm, kaçınılmaz bir son, bir kurtuluş mu?
    Belki de yeni bir başlangıç, kim bilir?

    Gözlerimi kaparım, karanlığa teslim olurum,
    Bir rüyanın içindeyim sanki, uyanmak istemediğim.
    Zaman durulur, mekan kaybolur,
    Sadece ben kalırım, yalnız ve çaresiz.
    Bir kuş uçar içimden, gökyüzüne doğru,
    Özgürlüğe kanat çırpar, uzaklara gider.
    Bir damla gözyaşı süzülür yanağımdan,
    Son veda, son söz, son nefes.

    Kum saati durur, zaman biter.

  • Karanlıkta Bir Melodi

    Gölgeler uzar, gece çöker usulca,
    Yıldızlar saklanır bulutların ardında.
    Şehir uykuya dalar, sessizlik hüküm sürer,
    Yalnızlığım bir melodi fısıldar karanlıkta.
    Penceremde titrek bir mum ışığı,
    Anılar canlanır, hayaller dans eder.
    Geçmişin izleri silinmez birer yara,
    Ruhumun derinliklerinde saklı acılar.

    Yitik bir aşkın yankısıdır bu gece,
    Kırık bir kalbin ağıtı yükselir semaya.
    Umutsuzluk bir sis gibi çöker üzerime,
    Gözlerim dolar, içim kan ağlar.
    Hayat bir labirent, çıkışı olmayan,
    Yollar karanlık, adımlar yorgun.
    Sessizliğin ortasında kaybolurum.

    Bir hayalet gibi dolaşırım,
    Unutulmuş bir rüyanın peşinde.
    Kederim gölgem olur benim,
    Bu karanlık melodi benim kaderim.
    Sonsuz bir yalnızlıkta…

  • Unutulmuş Tramvay

    Raylarda paslı bir yalnızlık türküsü,
    Şehrin göbeğinde unutulmuş bir düş.
    Vagonlar yorgun, camlar buğulu,
    Bir zamanlar hayat doluydu her köşe.

    Şimdi sessizce bekler, eski günleri anar,
    Koltuklarda hayalet yolcuların izleri kalmış.
    Kondüktörün sesi çoktan unutulmuş,
    Zillerin sesi yankılanır sadece rüzgarda.
    Duvarlarda aşk ilanları, silinmiş hatıralar,
    Her bir çizgi bir öykü, her bir leke bir anı.
    Güneş batarken kızıl bir hüzün kaplar içini,
    Yıldızlar ona arkadaşlık eder karanlıkta.
    Bir zaman tüneli gibi, geçmişe götürür seni,
    Şimdiki zamanla arasında bir köprü kurar.
    Unutulmuş tramvay, şehrin kalbinde bir yara gibi.

    Son seferini yapmış, bir daha dönmez,
    Şahit olduğu aşklara, ayrılıklara.
    Artık sadece bir anı, bir efsane,
    Raylarında paslı bir yalnızlık türküsü.

  • Kül Rengi İstanbul

    Sisler ardında kaybolan bir şehir,
    Minareler göğe uzanır, sessiz ve mağrur.
    Martılar çığlık çığlığa döner semada,
    Vapurlar ıslık çalar, hüzünle yol alır.
    Boğazın suları yorgun, dalgalar kırgın,
    Tarihin yükü omuzlarında, asırlarca taşınan.
    Kül rengi bir İstanbul sabahı, içimde bir yangın.

    Taş duvarlar suskun.
    Rüzgar eser, bir anı fısıldar.
    Zamansız bir yolculuk.

    Yüzyıllık çınarlar şahit nice aşka,
    Gizli bahçelerde saklı kalmış sırlar.
    Yosun kokulu sokaklarda yankılanır adımlar,
    Geçmişin hayaletleri dolaşır aramızda.
    Her köşe başında bir hikaye, her taşta bir iz,
    İstanbul, yaşayan bir efsane, asla bitmeyen.

    Her köprü bir umut, bir yakadan diğerine geçiş,
    Farklı dünyalar, farklı hayatlar bir arada.
    Balık ekmek kokusu, çay sesleri karışır havaya,
    Kalabalıklar içinde yalnızlık, yalnızlıklar içinde kalabalık.
    Bir tezatlar şehri, karmaşık ve büyüleyici,
    Ne kadar uzaklaşsam da, hep geri döndüren.
    İstanbul, sen benim sığınağım, sen benim yurdum,
    Sen benim sevdam, sen benim kederim, sen benim her şeyim.
    Her yağmur damlasında bir hatıra, her güneş ışığında bir umut,
    Seninle yaşamak, seninle ölmek, seninle yeniden doğmak.
    Bu kül rengi şehirde, ben bir gezgin, bir âşık, bir yabancı.

    Sessizlik çöker,
    Yıldızlar parlar.
    İstanbul uyur.

  • Külrengi Sabah

    Külrengi bir sabah, uykusuz gözlerimde,
    Şehrin sisli yüzü vurur camlara.
    Yine bir gün başlıyor, yorgun ve bitkin,
    Ruhum bir enkaz, kalbim bir virane.
    Umutlar tükenmiş, hayaller yarım,
    Sessizlik çöker, derin bir boşluk.

    Yüzümde bir tebessüm, sahte ve zoraki,
    Maskeler ardında saklarım acılarımı.
    Her adım bir yük, her nefes bir sancı,
    Yine de yürürüm, hayata karşı.
    Bilirim, güneş doğacak bir gün yeniden,
    Ama o güne kadar, karanlığa teslimim.
    Yine de beklerim, bir mucize olur diye.

    Kuşlar uçar gökyüzünde, özgür ve mutlu,
    Ben ise tutsak, kendi içimde kaybolmuşum.
    Duvarlar örülmüş etrafıma, aşılmaz ve yüksek,
    Kaçmak isterim, kurtulmak bu kabustan.
    Ama zincirler vurulmuş ayaklarıma, koparamam,
    Çaresizce beklerim, bir el uzansın diye.
    Belki bir gün, bir ışık belirir tünelin sonunda,
    Belki o zaman, yeniden doğarım küllerimden.
    Ama şimdilik, sadece beklerim, umutsuzca,
    Külrengi bir sabahın solgun ışığında.
    Ruhumun derinliklerinde bir fırtına kopar,

    Zaman acımasız bir nehir, akar durur,
    Hatıralar birer birer silinir hafızamdan.
    Yalnızlığım bir yorgan gibi sarar beni,
    Isıtır mı, boğar mı, bilemem artık.
    Her yeni gün, bir umutsuzluk türküsü,
    Fısıldar kulağıma, unut ve vazgeç diye.
    Ve ben, direnmeye çalışırım, son nefesime kadar,
    Kaybolmamak için, bu dipsiz kuyuda.
    Ama güç tükenir, umut solar,
    Külrengi bir sabahta, teslim olurum sessizliğe.

  • Külrengi Hatıralar

    Eski bir sandıkta saklıyorum seni,
    Külrengi hatıraların arasında.
    Solgun fotoğraflar, sararmış mektuplar,
    Unutulmuş şarkılar, yarım kalmış rüyalar.
    Zamanın tozu sinmiş her bir köşesine,
    Geçmişin hayaletleri dolaşır durur.
    Bir zamanlar ne çok severdik, ne çok gülerdik,
    Şimdi sadece bir anı, uzak ve soluk.

    Sisli bir sabah gibi,
    Kaybolan bir iz.
    Yine de ararım seni, külrengi hatıralarda,
    Bir umut kırıntısı bulurum belki.
    Gözlerin hala aynı mı, saçların hala uzun mu?
    Sesin hala aynı sıcaklıkta mı, bilmiyorum.
    Sadece bir hayaletin var bende kalan,
    O da giderek siliniyor, kayboluyor.
    Belki de en iyisi unutmak, kurtulmak bu yükten.

    Ama nasıl unuturum seni,
    Külrengi hatıralara gömülmüşken?
    Her an bir parçan var içimde,
    Bir gülüşün, bir bakışın, bir dokunuşun.
    Sen benim vazgeçilmezimdin,
    Şimdi ise en büyük pişmanlığım.
    Keşke hiç tanımasaydım seni,
    Keşke hiç sevmeseydim seni,
    Keşke hiç ayrılmasaydık.

    Yine de teşekkür ederim sana,
    Külrengi hatıralar için.

    Çünkü sensiz geçen her an,
    Bir cehennem azabı gibi.
    Geceler boyu uykusuz kalırım,
    Adını sayıklarım, seni ararım.
    Ama bilirim ki artık yoksun,
    Olmayacaksın, gelemeyeceksin.
    Bu aşk bir yanılgıydı, bir hayaldi,
    Şimdi ise gerçekliğin acımasız yüzü.
    Ve ben, bu gerçeklikle yaşamak zorundayım,
    Külrengi hatıralarla avunarak.

    Yalnızlığım yoldaşım,
    Hüzün arkadaşım oldu.
    Kadehimde yudumladığım şarap,
    Ayrılığın acı tadını bırakır.
    Duvarlara çizdiğim resimler,
    Seni hatırlatır, canımı yakar.

    Ama ne yapabilirim ki,
    Kader böyle yazılmış.
    Belki bir gün unuturum seni,
    Belki bir gün affederim seni.
    Ama asla unutmayacağım külrengi hatıraları,
    Seninle geçen o güzel günleri.
    Ve hep saklayacağım seni kalbimde,
    Bir yara izi gibi, kapanmayan.

  • Külrengi İstanbul

    Sisli bir sabahın koynunda doğdu İstanbul,
    Külrengi bir örtü serilmiş üzerine.
    Minareler göğe uzanır, sessiz ve yalnız,
    Martılar çığlık çığlığa, bir telaş içinde.
    Tarihin nefesi eser Boğaz’ın sularında,
    Yalılar hüzünlü, köprüler yorgun.
    Deniz kokusu karışır egzoz dumanına,
    Bir tezatlar şehri, karmaşık ve derin.
    İstanbul, benim sevdam, benim kederim.

    ***

    Tramvay raylarında biriken anılar,
    Kaldırım taşlarında yankılanan ayak sesleri.
    Kapalıçarşı’nın labirentlerinde kaybolan düşler,
    Sokak satıcılarının bitmeyen çığlıkları.
    Balık ekmek kokusu siner her köşeye,
    Çay simit keyfi, vapurda martılara eşlik.
    Aşklar yaşanır gizlice, ihanetler kol gezer,
    Her yüz bir hikaye, her göz bir roman.
    İstanbul bir sahne, herkes oyuncu,
    Hayat bir oyun, kuralları belirsiz.
    Ve ben, bu oyunun bir parçası, savrulurum.

    ***

    Gece çöker İstanbul’un üzerine, ışıklar yanar,
    Barlar, meyhaneler dolar taşar, hayat başlar yeniden.
    Müzik sesleri yükselir, kahkahalar yankılanır,
    Unutulur gündüzün kederi, sarhoşluk bir sığınak.
    Aşk şarkıları söylenir, ayrılık acıları paylaşılır,
    Her kadeh bir teselli, her sarhoş bir filozof.
    İstanbul, gecenin kraliçesi, gizemli ve çekici,
    Bütün günahları örter, bütün yaraları sarar.
    Ama sabah olur, gerçekler acıtır yeniden,
    Ve İstanbul, külrengi örtüsüne bürünür, susar.
    Ben, bu şehrin delisi, geceye aşık, güneşe küskün.

    ***

    Yedi tepeli şehir, bin yıllık çınar,
    Her köşesi bir tarih, her sokağı bir anı.
    İstanbul, benim ilk aşkım, son pişmanlığım,
    Sensiz geçen her gün bir azap bana.
    Bu şehirde doğdum, bu şehirde öleceğim,
    Küllerim Boğaz’ın sularına karışacak.
    İstanbul, benim kaderim, benim yazgım,
    Külrengi bir rüya, hiç bitmeyen.

  • Şafağın Sancıları

    Alacakaranlık çökerken şehrin üzerine,
    Bir şafak vakti sancısıdır bu, bilirim.
    Gölgeler uzar, ruhumun dehlizlerinde kaybolurum,
    Yarınlara dair umutlarım, birer birer sönümlenir.
    Yıldızlar küskün, ay yalnız, gece sessiz,
    Kalbim bir kurşun gibi ağırlaşır içimde.
    Uykusuz gözlerim, sabaha bir ağıt yakar,
    Ve ben, bu karanlıkta bir başına beklerim.

    Sisli bir sabahın ayazında uyanırım,
    Yüzüme vuran güneş ışığı, acıtır gözlerimi.
    Dün geceki kabus, hala üzerimde bir gölge gibi,
    Hayatın acımasızlığı, tokadını vurur yüzüme.
    Kelimeler kifayetsiz kalır, anlatmaya bu sancıyı,
    Boğazımda düğümlenir sözler, feryadım duyulmaz.
    Yalnızlığın soğuk nefesi, ensemde dolaşır durur,
    Çaresizliğin girdabında kaybolurum yavaş yavaş.
    Bir çıkış yolu ararım, karanlıktan aydınlığa,
    Ama nafile, her adım beni daha da dibe çeker.

    Güneş yükselir, aydınlanır dünya,
    Ama benim içimde hala karanlık hüküm sürer.
    Maskeler takarım, gülümserim sahte,
    Saklarım acımı, kimseye göstermem.
    Hayat bir tiyatro sahnesi, ben bir oyuncu,
    Rolümü oynarım, içimde kan ağlarken.
    Umutsuzluğun pençesinde kıvranırım,
    Ve bilirim, bu şafak sancısı geçmeyecek.

    Ruhum bir enkaz yığını,
    Enkazın altında kalmış umutlarım.
    Gelecek bir muamma, bilinmez bir yol,
    Yolun sonunda ne var, kestiremem.
    Yorgun adımlarla ilerlerim,
    Taşıdığım yük çok ağır.

    Her gün yeniden doğar güneş,
    Her gün yeniden başlar hayat.
    Ama benim için değişen bir şey olmaz,
    Aynı sancı, aynı acı, aynı karanlık.
    Yine de yaşarım, inadına yaşarım,
    Belki bir gün değişir her şey diye.
    Gözlerim ufka takılır, beklerim,
    O mucizevi anı, o aydınlık şafağı.
    Ama içimde bir ses fısıldar,
    “Bekleme, gelmeyecek.”

    Ve ben, bu şafak sancısıyla yaşarım,
    Alışırım acıya, karanlığa, yalnızlığa.
    Maskemi takarım, gülümserim sahte,
    Rolümü oynarım, sonuna kadar.
    Belki bir gün biter bu oyun,
    Belki bir gün diner bu sancı.
    Ama o güne kadar, beklerim,
    Umutla, sabırla, inatla.
    Ve bu bekleyiş, bir ömür sürer,
    Ta ki son nefesime kadar.

    Son bir umut ışığı belirir ufukta,
    Belki de gelmiştir o aydınlık şafak.
    Ama ben, artık çok yorgunum,
    Gözlerimi kapatırım, teslim olurum.
    Şafak sancısı diner, karanlık çöker,
    Ve ben, sonsuzluğa doğru yolculuk ederim.