Kategori: Şiir

  • Külrengi Şafak

    Külrengi bir şafak, uykusuzluğun resmi,
    Kirpiklerime asılı, bitmeyen bir bekleyiş.
    Şehrin beton yüzü, gri bir melankoli,
    Yansıtır ruhumun en derin köşesini.

    Tramvay raylarında yankılanan yalnızlık,
    Çınlar kulaklarımda, bir ağıt gibi.
    Sigara dumanı, umutsuzluğun perdesi,
    Örter yüzümü, saklar gözyaşlarımı.

    Kedi gözleri gibi parıldayan neon ışıklar,
    Delirmiş bir rüyanın yansıması sanki.
    Asfaltın çatlaklarında büyüyen yabani otlar,
    Hayata tutunmanın inatçı direnişi.

    Gece kuşlarının fısıltısı, unutulmuş şarkılar,
    Hatırlatır geçmişin solgun anılarını.
    Rüzgârın uğultusu, kayıp bir aşkın sesi,
    Savurur yaprakları, dağıtır düşlerimi.

    Kilitli kapılar ardında saklanan sırlar,
    Fısıldar duvarlar, anlatır pişmanlıkları.
    Yüzüme çarpan yağmur damlaları, gözyaşlarım,
    Karışır birbirine, temizler kirliliğimi.

    Saat kulesinin çanları, zamanın acımasızlığı,
    Her vuruşta bir anı siler, bir umut söndürür.
    Parktaki bankta oturan yaşlı adam, hayata küskün,
    Gözlerinde bin yıllık yalnızlığın yorgunluğu.

    Sahildeki martıların çığlıkları, özgürlüğe hasret,
    Kanat çırpar gökyüzünde, kaybolur ufukta.
    Denizin dalgaları, sonsuz bir melodi,
    Sakinleştirir ruhumu, dindirir acılarımı.

    Karanlık sokaklarda yankılanan ayak sesleri,
    Tanıdık bir yabancının silueti belirir.
    Belki bir dost, belki bir düşman, bilinmez,
    Hayatın sürprizleri, beklenmedik karşılaşmalar.

    Külrengi şafak, yeni bir günün başlangıcı,
    Umutsuzluğun gölgesinde bir umut ışığı.
    Belki bugün değişir her şey, belki her şey aynı kalır,
    Ama yine de yaşamak, inadına yaşamak gerekir.

    Yıldızlar sönmeye başlar, güneş doğar yavaşça,
    Külrengi şafak, yerini altın sarısı bir sabaha bırakır.
    Ve ben, bu şehrin yabancısı, yoluma devam ederim,
    Kalbimde bir umut kırıntısı, gözlerimde yaşama sevinci.
    Bir gölge gibi dolanırım sokaklarda,
    Kendi içimde kaybolurum, kendi içimde bulurum.
    Kelimelerim susar, düşüncelerim dağılır,
    Sadece hissederim, var olduğumu hissederim.
    Bu şehir benim mezarım, bu şehir benim evim,
    Bu şehir benim kaderim, bu şehir benim hayatım.
    Ve ben, bu külrengi şafağın şahidi,
    Sonsuzluğa doğru yolculuk yaparım.

  • Kül Rengi Hatıralar

    Saatler durulur, zaman yavaşlar,
    Kül rengi bir sabah çöker üzerime.
    Hatıralar canlanır, birer birer,
    Silik fotoğraflar gibi, solgun ve eski.
    Yüzler kaybolur, sesler fısıltıya döner,
    Bir zamanlar yaşananlar, şimdi birer hayalet.
    Gözlerimde biriken yaşlar, mazinin aynası,
    Yüreğimde bir sızı, dinmeyen bir özlem.
    Kül rengi hatıralar, beni esir alır.

    Gözlerim kapalı, geçmişe yolculuk,
    Bir tren garında bekleyen bir yolcuyum.
    Peronda tanıdık simalar belirir,
    Gülümserler, el sallarlar, sonra kaybolurlar.
    Vagonlar dolusu anı, bavulumda keder,
    Raylarda yankılanır gidenlerin sesi.
    Her istasyon bir veda, her durak bir ayrılık,
    Gözyaşlarımla ıslanır yastığım her gece.
    Kül rengi hatıralar, beni terk etmez,
    Peşimi bırakmaz, hep benimle kalır.
    Zamanın tozlu sayfalarında saklı.

    Yüzüm buruşur, ellerim titrer,
    Kül rengi bir anı, beni yakalar.

    Bir şarkı duyulur, eski bir aşkın melodisi,
    Kalbim hızla çarpar, nefesim kesilir.

    Güneş batar, gökyüzü kızıl bir renge bürünür,
    Kül rengi hatıralar, daha da belirginleşir.
    Yalnızlığın sesi yükselir, içimi ürpertir,
    Bir mum gibi eririm, tükenirim yavaşça.
    Gecenin karanlığı, beni yutar bir anda,
    Rüyalarım kabusa döner, uyanmak isterim.
    Kül rengi hatıralar, beni bırakmaz,
    Zihnimde dans eder, ruhumu kemirir.
    Sabahı beklerim, umutla, çaresizce.

    Gözlerimi açarım, dünya yine aynı,
    Kül rengi bir sabah, yine benimle.
    Kalkarım yataktan, silkinirim,
    Ama hatıralar peşimi bırakmaz.
    Bir kahve yaparım, sigara yakarım,
    Hayata tutunmaya çalışırım, nafile.
    Kül rengi hatıralar, beni ele geçirir,
    Benden bir parça olur, ben onlarla yaşarım.

    Ve ben, kül rengi hatıralarla dolu,
    Bir ömür böyle geçer, kabullenirim.
    Çünkü onlar, benim en değerli hazinem,
    Kaybetmekten korktuğum, sonsuza dek saklayacağım.
    Kül renginde bir hayat, benim kaderim.

  • Karanlık Şarkılar

    Yüzümde bir maske, sahte bir gülümseme,
    Gecenin koynunda kaybolan bir gölgeyim.
    Ruhum prangalı, zincirlerim hayallerim.

    Kalbimde biriken karanlık şarkılar,
    Dudaklarımda suskun bir feryat.
    Her notası bir acı, her sözcüğü bir isyan,
    Boğulurum yalnızlığın derin sularında.
    Gözlerimdeki yaşlar, birer birer düşer yere,
    Yüreğimde açılan yaralar kan revan içinde.
    Umutlarım birer birer söner karanlıkta,
    Kaybolurum kendi labirentimde.
    Ve ben, karanlık şarkılarla dans ederim,
    Sonsuz bir melankoli içinde.

  • Karanlıkta Dans

    Yapayalnız sokak lambaları altında,
    Gölgelerimle dans ederim gece boyu.
    Yüzümde bir maske, sahte bir tebessüm,
    Kalbimde kanayan bir yara saklı.
    Şehrin neon ışıkları kör eder gözlerimi,
    Gerçekliği unuturum, hayallere dalarım.
    Her adımda biraz daha kaybolurum,
    Bu karanlık dehlizde, yalnızlığım benimle.
    Müzik susar, maskem düşer yere,
    Çıplak kalırım, savunmasız ve kırılgan.
    Gözyaşlarım akar, sessizce, içime doğru,
    Kimse duymaz, kimse bilmez bu acıyı.
    Dans biter, sabah olur, güneş doğar,
    Ben hala buradayım, karanlıkta dans eden.

  • Kül Rengi Sabahlar

    Sabahın köründe uyanır şehrin yalnızlığı,
    Kül rengi bir sis çöker beton yığınlarının üstüne.
    Gökyüzü ağlamaklı, sanki bir vedanın eşiğinde,
    Tramvay raylarında yankılanır metalik bir çığlık.
    İçimde biriken hüzün, bir nehir gibi akar,
    Umutlarım birer birer kaybolur sisin içinde.
    Kahvemin acı tadı, hayatın buruk gerçeği,
    Duvarlarda asılı kalmış anılar, solgun ve eski.
    Ruhum bir gölge gibi dolaşır sokaklarda,
    Arayışım sonsuz, aradığım kayıp bir cennet.
    Ve ben, bu kül rengi sabahın ortasında bir yabancı.

    Kırık dökük bir hayat, yamalı bohça misali,
    Düşlerim yarım kalmış, hayallerim rehin.
    Yüzümde beliren çizgiler, zamanın acımasızlığı,
    Gözlerimde biriken yaşlar, dinmeyen bir sancı.
    Bu şehir bir labirent, kaybolmuşum içimde,
    Çıkış yolu yok, kurtuluş imkansız gibi.
    Yüreğimde biriken öfke, lav gibi kaynar,
    Suskunluğum bir volkan, patlamaya hazır.
    Ve ben, bu kırık dökük hayatın bir parçasıyım.
    Her şeye rağmen yaşamaya çalışan bir deli.

    Yapayalnızım bu koca şehirde,
    Kimsesizliğim bir zırh gibi sarar beni.
    Dostluklar sahte, sevgiler yalan,
    Herkes bir maske takmış, rol yapıyor.
    İnsanlar birbirine yabancılaşmış,
    Kalpler buz kesmiş, ruhlar kararmış.
    Bu dünya bir sahne, herkes oyuncu,
    Ben ise figüran, yazılmamış bir senaryo.
    Ve ben, bu sahte dünyanın bir parçasıyım.

    Gecenin karanlığında kaybolur sesim,
    Yıldızlar şahit olur yalnızlığıma.
    Ay, bir gölge gibi takip eder beni,
    Geçmişin hayaletleri musallat olur rüyalarıma.
    Uykusuz geceler, bitmek bilmeyen düşünceler,
    Korkularım büyür, endişelerim artar.
    Bu hayat bir sınav, geçmek zorundayım,
    Pes etmek yok, direnmek gerek.
    Ve ben, gecenin karanlığında umut ararım.

    Şafak sökerken bir umut belirir içimde,
    Belki her şey değişir, belki düzelir.
    Güneşin ilk ışıkları aydınlatır yüzümü,
    Yeni bir başlangıç, yeni bir umut.
    Hayata tutunmak, yaşama sevinci,
    Gülümsemek gerek, ağlamak yerine.
    Bu dünya güzel, yaşanmaya değer,
    Yeter ki umut et, yeter ki sev.
    Ve ben, yeni bir güne umutla başlarım.

    Elveda hüzün,
    Merhaba umut,
    Yaşamak güzel.

  • Küllükte Biriken Anılar

    Sessizce tükenen bir sigara gibiydi bazı günler,
    Küllüğümde biriken anılar, dumanı dağılmayan.
    Her nefes bir pişmanlık, her izmarit bir keşkeler yumağı.
    Geçmişin hayaletleri dolanır odamda,
    Yüzleri silik, sesleri fısıltıdan ibaret.
    Bir zamanlar kahkahalarla yankılanan bu oda,
    Şimdi sadece yalnızlığın yankısını barındırıyor.
    Her bir anı, küllükte yanan bir sigara gibi,
    Önce keyif verir, sonra acı bir tat bırakır.

    Küllerin arasında kaybolan bir umut,
    Sönmüş bir ateşin son kıvılcımı.
    Hayat, kül rengi bir tablo,
    Fırçasında sadece hüzün.

    Duvarlarımda asılı kalan gölgeler,
    Benliğimin karanlık yansımaları.
    Her biri ayrı bir hikaye anlatır,
    Ayrılıkların, kayıpların ve unutuluşun.
    Bir zamanlar sevgiyle bakan gözler,
    Şimdi nefretle çevrilmiş yüzler.
    Küllüğüm, ruhumun aynasıdır aslında,
    İçimde biriken acıları yansıtan.
    Ve her yeni anı, bir öncekinin üzerine kül olur.

    Saatler geçer, günler tükenir,
    Küllük dolar taşar anılarla.
    Biriktikçe ağırlaşır yüküm,
    Taşıyamaz olurum bu acıyı.
    Yeniden başlamak isterim,
    Tertemiz bir sayfa açmak.
    Ama küllükteki anılar izin vermez,
    Geçmişin prangalarıdır onlar.

    Küllükte biriken anılar, zehirli bir sarmaşık gibi,
    Sarmış benliğimi, boğuyor beni.
    Kurtulmak isterim bu karanlık dehlizden,
    Ama yollar kapalı, çıkış yok.
    Her gün biraz daha batarım dibe,
    Küllerin arasında kaybolurum.
    Bir zamanlar umutla bakan gözlerim,
    Şimdi sadece çaresizliği yansıtıyor.
    Ve küllük, ruhumun mezarı olur,
    İçinde biriken anılarla birlikte gömülürüm.

  • Kum Saati Hüznü

    Zaman akar gider, kum tanesi gibi,
    Her an bir kayıp, her saniye bir veda.
    Geçmişin izleri silinir yavaşça,
    Gelecek belirsiz, bir sis perdesi,
    Şimdinin tadı damağımda acı bir tat.

    Yıllar birer yaprak gibi düşer ömrümden,
    Rüzgarın savurduğu kuru yapraklar gibi.
    Gençliğin ateşi söner, yerini küller alır,
    Aynada gördüğüm yüz yabancılaşır,
    Gözlerdeki ışıltı kaybolur yavaşça.
    Hatıralar canlanır, birer birer,
    Ama hepsi birer hayalet gibi uzakta.

    Yalnızlığın şarkısı çalınır içimde,
    Bir melankoli rüzgarı eser ruhumda.
    Umutlar tükenir, hayaller solar,
    Gerçek acımasız bir tokat gibi iner.

    Her gün biraz daha yaklaşırım sona,
    Kum saatinin son tanesi düşerken,
    Bir pişmanlık duygusu sarar benliğimi,
    Yapamadıklarım, söyleyemediklerim,
    Pişmanlıklar birer birer boğazıma düğümlenir.
    Aşk bir yalandır, sevgi bir illüzyon,
    Her şey geçici, her şey anlamsız gelir.
    Ölüm, kaçınılmaz bir son, bir kurtuluş mu?
    Belki de yeni bir başlangıç, kim bilir?

    Gözlerimi kaparım, karanlığa teslim olurum,
    Bir rüyanın içindeyim sanki, uyanmak istemediğim.
    Zaman durulur, mekan kaybolur,
    Sadece ben kalırım, yalnız ve çaresiz.
    Bir kuş uçar içimden, gökyüzüne doğru,
    Özgürlüğe kanat çırpar, uzaklara gider.
    Bir damla gözyaşı süzülür yanağımdan,
    Son veda, son söz, son nefes.

    Kum saati durur, zaman biter.

  • Karanlıkta Bir Melodi

    Gölgeler uzar, gece çöker usulca,
    Yıldızlar saklanır bulutların ardında.
    Şehir uykuya dalar, sessizlik hüküm sürer,
    Yalnızlığım bir melodi fısıldar karanlıkta.
    Penceremde titrek bir mum ışığı,
    Anılar canlanır, hayaller dans eder.
    Geçmişin izleri silinmez birer yara,
    Ruhumun derinliklerinde saklı acılar.

    Yitik bir aşkın yankısıdır bu gece,
    Kırık bir kalbin ağıtı yükselir semaya.
    Umutsuzluk bir sis gibi çöker üzerime,
    Gözlerim dolar, içim kan ağlar.
    Hayat bir labirent, çıkışı olmayan,
    Yollar karanlık, adımlar yorgun.
    Sessizliğin ortasında kaybolurum.

    Bir hayalet gibi dolaşırım,
    Unutulmuş bir rüyanın peşinde.
    Kederim gölgem olur benim,
    Bu karanlık melodi benim kaderim.
    Sonsuz bir yalnızlıkta…

  • Unutulmuş Tramvay

    Raylarda paslı bir yalnızlık türküsü,
    Şehrin göbeğinde unutulmuş bir düş.
    Vagonlar yorgun, camlar buğulu,
    Bir zamanlar hayat doluydu her köşe.

    Şimdi sessizce bekler, eski günleri anar,
    Koltuklarda hayalet yolcuların izleri kalmış.
    Kondüktörün sesi çoktan unutulmuş,
    Zillerin sesi yankılanır sadece rüzgarda.
    Duvarlarda aşk ilanları, silinmiş hatıralar,
    Her bir çizgi bir öykü, her bir leke bir anı.
    Güneş batarken kızıl bir hüzün kaplar içini,
    Yıldızlar ona arkadaşlık eder karanlıkta.
    Bir zaman tüneli gibi, geçmişe götürür seni,
    Şimdiki zamanla arasında bir köprü kurar.
    Unutulmuş tramvay, şehrin kalbinde bir yara gibi.

    Son seferini yapmış, bir daha dönmez,
    Şahit olduğu aşklara, ayrılıklara.
    Artık sadece bir anı, bir efsane,
    Raylarında paslı bir yalnızlık türküsü.

  • Kül Rengi İstanbul

    Sisler ardında kaybolan bir şehir,
    Minareler göğe uzanır, sessiz ve mağrur.
    Martılar çığlık çığlığa döner semada,
    Vapurlar ıslık çalar, hüzünle yol alır.
    Boğazın suları yorgun, dalgalar kırgın,
    Tarihin yükü omuzlarında, asırlarca taşınan.
    Kül rengi bir İstanbul sabahı, içimde bir yangın.

    Taş duvarlar suskun.
    Rüzgar eser, bir anı fısıldar.
    Zamansız bir yolculuk.

    Yüzyıllık çınarlar şahit nice aşka,
    Gizli bahçelerde saklı kalmış sırlar.
    Yosun kokulu sokaklarda yankılanır adımlar,
    Geçmişin hayaletleri dolaşır aramızda.
    Her köşe başında bir hikaye, her taşta bir iz,
    İstanbul, yaşayan bir efsane, asla bitmeyen.

    Her köprü bir umut, bir yakadan diğerine geçiş,
    Farklı dünyalar, farklı hayatlar bir arada.
    Balık ekmek kokusu, çay sesleri karışır havaya,
    Kalabalıklar içinde yalnızlık, yalnızlıklar içinde kalabalık.
    Bir tezatlar şehri, karmaşık ve büyüleyici,
    Ne kadar uzaklaşsam da, hep geri döndüren.
    İstanbul, sen benim sığınağım, sen benim yurdum,
    Sen benim sevdam, sen benim kederim, sen benim her şeyim.
    Her yağmur damlasında bir hatıra, her güneş ışığında bir umut,
    Seninle yaşamak, seninle ölmek, seninle yeniden doğmak.
    Bu kül rengi şehirde, ben bir gezgin, bir âşık, bir yabancı.

    Sessizlik çöker,
    Yıldızlar parlar.
    İstanbul uyur.