Şiirler

  • Kabullenişin İncisi

    Rüzgarın fısıltısıydı belki,
    yenilginin sessiz şarkısı,
    toprağa düşen yaprağın
    kaderine razı gelişi gibi bir şey…
    Beklemek boşunaydı,
    direnmek beyhude,
    su gibi akıp gitmeliydi her şey.
    Ellerim çözülmeliydi,
    dizlerim kırılmalıydı,
    kabullenmeliydim artık.
    Acının zehriydi belki,
    umudun sönüşü,
    ama bir de hafiflik vardı sanki.
    Yükler kalkmıştı omuzlarımdan,
    özgürdüm,
    teslim olmuştum.
    Yeniden doğmuştum.


  • Yüreğin Haritası

    Yenilgiden önce bilmek isterim zaferi,
    Korkudan önce duymak isterim cesareti.
    Uçurumun kenarında dururken,
    Düşmeden önce hissetmek isterim kanatları.
    Yüzleşmeden önce tanımak isterim tüm düşleri,
    Kaybolmadan önce çizmek isterim yüreğin haritası.

    Sınırları aşan tutkuyu,
    Rüzgarın fısıltısında duymak,
    Yıldızların dansında görmek.

    Ermeden önce yanmak isterim aşkın ateşinde,
    Aydınlanmadan önce kaybolmak isterim karanlığında.
    Bitmeden önce yaşamak isterim her nefesi,
    Susmadan önce haykırmak isterim gerçeği.
    Vazgeçmeden önce tutunmak isterim umuda,
    Ulaşmadan önce düşlemek isterim o son durağı.


  • Susturulmuş Notalar

    Duymazdan gelmeyeceksin içindeki sesi, öyle hemen.
    “Benim şarkım değil.” demeyeceksin.
    Demeyeceksin işte.
    Senin şarkın çünkü.
    Öyle kolayca geçmeye gerek yok ki.
    Çok dinlemeyeceksin mesela. O daha az duyarsa susarsın.

    Ve zaten genellikle o daha az duyar seni,
    Senin onu duyduğundan.
    Çok dinlemezsen, çok incinmezsin.
    Çok yorumlamayınca, çok anlam da yüklemezsin hem.
    Hatta parmak uçlarını bile çok yorumlamayacaksın.
    Senin değillermiş gibi davranacaksın.
    Hem hiçbir sesin olmazsa, yankısından da korkmazsın.

    Onlarsız da söyleyebilirmişsin gibi davranacaksın.
    Çok enstrümanın olmayacak mesela odanda.
    Hafifçe dans edebileceksin.
    İlle de bir şeyleri besteleyeceksen,
    Yıldızların sessizliği bestelediği anları besteleyeceksin.
    Sessizliği besteleyeceksin,
    Rüzgarı, yaprakları, yağmuru…
    Mesela ilkbahar yağmuru, senin şarkın olacak.
    “O benim.” diyeceksin.
    Mutlaka sana ait olmasın istiyorsan bir şeylerin…
    Mesela gün batımı senin olacak.
    İlle de bir şeye ait olacaksan, ritme ait olacaksın.

    Öyle anlamsız notalara, ya da suskunluğa.
    Ya da melodiye ait olacaksın.
    Çok çalmadan, çok dinlemeden yaşayacaksın.
    Hem her an kulaklarından silinip gidecekmiş gibi,
    Hem de hep senin kalacakmış gibi hayat.
    Uyumlu yaşayacaksın. Yankısından tutarak…


  • Yılgın Anılar Atlası

    Eskiden bir bahar kokusu vardı
    Şimdi küflenmiş hatıralar
    Bir zamanlar neşeyle dolardı
    Şimdi suskun odalar.
    Savrulmuş yaprak misali anılar
    Rüzgarın önünde çaresiz
    Kimsesiz sokaklarda yankılanır
    Umutsuz, sessiz feryatlar.

    Yıllar geçti, değişti her şey
    Bilinmez bir yöne sürüklendim
    Kaybolmuş bir gemi gibi denizde
    Yalnızlığın girdabında tükendim.
    Unutulmuş bir şarkının melodisi
    Kalbimde bir sızı bırakır
    Geçmişin hayaletleri belirir
    Gözlerimde bir damla yaş akar.
    Yılgın anılar atlasında yolumu kaybettim
    Bir labirentte dönüp durdum.
    Kendimi aradım bulamadım.

    Bir zamanlar umutla yeşeren dallar
    Şimdi kurumuş, çürümüş odunlar
    Hayallerim birer birer yıkıldı
    Gerçeğin acımasız yüzüyle karşılaştım.
    Bilinç bir zindan oldu bana
    Geçmişin karanlığında kayboldum
    Umutsuzluğun pençesinde kıvrandım.
    Yılgın anılar atlasında yolumu kaybettim
    Bir labirentte dönüp durdum.
    Kendimi aradım bulamadım.
    Sonsuz bir boşlukta yok oldum.


  • Kederin İncisi

    Yüreğimde biriken sessiz çığlıklar,
    Her biri bir yara, derinden kanar.
    Gözyaşlarım dökülür, boşluğa akar,
    Yok mu bu acıya bir deva bulan?
    Belki bir melodi, belki bir fısıltı,
    Belki de bir dokunuş, şifa dağıtan.
    Ararım, umutsuzca, bir umut ışığı.

    Geçmişin hayaletleri dolaşır etrafımda,
    Her biri bir pişmanlık, her biri bir acı.
    Düşlerim kırık dökük, umutlarım yitik,
    Kaybettim kendimi, bu karanlık dehlizde.
    Yapayalnızım, kimsesiz ve çaresiz,
    Sanki bir gemi enkazı, dalgaların oyuncağı.
    Bir el uzatsa, bir ışık gösterse,
    Belki yeniden doğarım, küllerimden yükselirim.
    Ama nerde o el, nerde o ışık?
    Kederim incisi, gözyaşlarımla büyür.

    Şifa nerde, kimde?
    Yoksa sadece bir düş mü?
    Bir serap, bir yanılgı?

    Belki de şifa içimde saklıdır, derinde,
    Bir tohum gibi, filizlenmeyi bekleyen.
    Kendime dönmeliyim, kendi içime bakmalıyım,
    Kendi yaralarımı kendim sarmalıyım.
    Geçmişi unutmalıyım, geleceğe odaklanmalıyım,
    Umutla yeşermeliyim, yeniden çiçek açmalıyım.
    Kendi ışığımı kendim yaratmalıyım,
    Kendi gücümü kendim keşfetmeliyim.
    Kederim incisi, belki de bir dönüşümün başlangıcıdır.
    Belki de acı, beni daha güçlü yapacak.

    Gözyaşlarım diner, yavaş yavaş.
    Umut filizi yeşerir içimde.
    Kederin incisi, şifaya dönüşür.
    Yeniden doğarım, daha güçlü.


  • Yitik Zamanın Aynaları

    Bir rüzgar gibiydi geçişi an’ın
    Tutamadık, aktı parmak uçlarımızdan
    Ne kadar dil döktükse boşunaydı çabamız
    O en güzel şarkılar, en sıcak gülüşler
    Sessizliğe gömüldü, yankısı kaldı sadece.
    Aynalar kırıldı, her biri bir hatıra
    Yüzler yansıyor solgun ve silik
    Gözlerde biriken yaş, zamana şahit.
    Bir yaprak misali düştü gönlümüz
    Savrulduk bilinmez diyarlara
    Kaybettik yolu, izi, yönü.
    Sonsuzluğa açılan kapı aralandı
    Bir umut belirdi, bir ışık huzmesi
    Belki de yeniden doğarız küllerimizden.
    Zamanın ötesinde bir yerde
    Yeniden buluşuruz, kim bilir…
    Anılarla örülü bir gelecekte.


  • Filizlenen Sevinç

    İlk ışık vurdu toprağa,
    Umut yeşerdi yavaşça.
    Bir tohum çatladı derinden,
    Hayat fışkırdı yeniden.
    Gözlerim doldu sevgiyle,
    Doğumun mucizesiyle.

    Bir yaprak titredi rüzgarda,
    Yeni bir dünya doğdu anda.
    Kuşlar şarkılar söyledi neşeyle,
    Güneş ısıttı tüm yüreğiyle.
    Ben de katıldım bu coşkuya,
    Hayata tutundum sımsıkıca,
    Büyüdüm, serpildim umutla.

    Her damla su, bir mucize gibiydi,
    Her nefes, yeni bir başlangıçtı.
    Gökkuşağı belirdi ufukta, renk cümbüşüyle,
    Umutlarım canlandı yeniden içimde.
    Toprak ana kucak açtı sevgiyle,
    Hayatın döngüsü sürdü sonsuz bir ahenkle.
    Gözlerim yaşlı, kalbim sevgi dolu,
    Bu doğum, bu coşku, sonsuza dek sürmeliydi.
    Unutmamalıyız doğanın bize sunduğu bu güzelliği,
    Her yeni filizlenen yaprakta, umudu görmeliydik.
    Hayatın ta kendisiydi bu filizlenen sevinç.

    Günler geçti, mevsimler değişti,
    Yapraklar sarardı, rüzgar esti.
    Ama içimdeki coşku hiç dinmedi,
    Doğumun mucizesi hep kalbimdeydi.
    Her yeni bahar, bir umut ışığı,
    Her filizlenen yaprak, bir hayat türküsü.
    Ve ben, bu döngünün bir parçasıydım,
    Hayata sımsıkı tutunan, seven, yaşayan biriydim.
    Her şeye rağmen gülümseyebilen,
    Her zorluğa göğüs gerebilen,
    Çünkü içimde filizlenen sevinç vardı.

    Yine doğacak güneş,
    Yine yeşerecek filizler.
    Hayat devam edecek,
    Sevgi hiç bitmeyecek.
    Filizlenen sevinç hep sürecek.


  • Yaldızlı Düşüş

    Kadehler dolup taştıkça gece büyür,
    Kristallerde yankılanır bir senfoni.
    Maskeler düşer, hakikat sızar,
    Bir şölen, bin yalanın aynası.
    Yıldızlar uzakta, şüphe yakında,
    Dans eden gölgeler, sonsuz bir oyun.

    Ruhlar sarhoş, bedenler yorgun,
    Kahkahalar yükselir, sonra suskunluk.
    Şarap rengi anılar birikir,
    Her yudumda bir pişmanlık filizlenir.
    Aşk bir maskara, ihanet bir kadeh,
    Beklentiler tuzla buz, hayaller külde.
    Yüzler solgun, kalpler kırgın,
    Yarın yokmuş gibi, bugün son nefes.
    Gözler kaçar, eller titrer,
    Bir vedanın provası, gizli bir serenat.

    Sessizlik iner.
    Ağırlığınca anlamsızlığın,
    Yaldızların altında çürüyen hayat.

    Kimse duymaz içten içe feryadı,
    Herkes kendi dipsiz kuyusunda kayıp.
    Müzik susar, ışıklar söner,
    Gerçek yüzler belirir, acımasız ve çıplak.
    Maskeler düşer, roller biter,
    Bir kabusun son perdesi, soğuk bir şafak.
    Yalanlar yankılanır boş salonda,
    Vicdan bir hayalet gibi dolaşır etrafta.
    Unutulmak dilenir, hatırlanmak yasak,
    Bir şölenin ardından kalan, yalnızlık ve isyan.

    Ve sonra sadece.
    Bir hiçlik kalır.

    Gölgeler uzar, saatler ilerler,
    Sabahın ilk ışığı sızar içeri.
    Yaldızlar kararır, maskeler yerde,
    Bir şölenin enkazı, sessiz bir felaket.
    Kadehler kırık, umutlar tükenmiş,
    Gerçek acı, sahte gülüşlerin ardında saklı.
    Ruhlar çıplak, vicdanlar yaralı,
    Bir şölenin ardından kalan, yalnızlık ve çaresizlik.
    Yarın gelir, ama hiçbir şey aynı olmaz,

    Sadece bir yankı kalır,
    Bir zamanlar var olduğuna dair,
    Bir şölenin ve yalanların.
    Yaldızlı bir düşüşün hikayesi,
    Unutulmaya mahkum,
    Sonsuza dek.


  • Zihnimin Labirenti

    Düşüncelerim girdapta, kaybolmuşum,
    Bir labirentin derin dehlizlerinde.
    Her köşe bir soru, her duvar bir çıkmaz,
    Nereye gitsem, varamıyorum bir yere.
    Yankılanan sesler, kendi iç seslerim mi,
    Yoksa aklımın oyunları mı bunlar?
    Bir ışık arıyorum, bir umut kırıntısı,
    Ama karanlık sarmış her yanı,
    Yolumu bulmak ne kadar zor böyle.

    Belki de yol yok,
    Sadece dönüp durmak.
    Bu labirent benim kaderim,
    Belki de kabullenmek gerek.

    Düşünceler zincirleme reaksiyon,
    Biri diğerini tetikliyor durmadan.
    Mantık nerede, duygu nerede,
    Ayırt edemiyorum artık.
    Her şey birbirine karışmış,
    Bir karmaşa yumağı olmuş zihnim.

    Bazen bir kapı beliriyor,
    Ardında bir umut ışığı.
    Ama yaklaştıkça kayboluyor,
    Bir serap gibi sönüyor.
    Belki de aradığım cevap,
    Bu labirentin içinde değil,
    Belki de dışarı çıkmam gerek.

    Ama nasıl? Bilmiyorum.
    Korkuyorum kaybolmaktan daha da,
    Dışarıda ne var, bilmiyorum.
    Belki daha büyük bir labirent,
    Belki de hiçlik.
    Bu yüzden kalıyorum burada,
    Düşüncelerimle baş başa.

    Bu labirent benim kalbim,
    Ve ben buranın mahkûmuyum.
    Belki bir gün çıkarım,
    Ama şimdilik buradayım.
    Kaybolmuş bir ruh gibi.


  • Unutulmuş Oyun Bahçesi

    Salıncak ipi pas rengine dönmeseydi eğer,
    Gökkuşağı kaydırakta düşler birikmeseydi.
    Toprak kokusu sinmeseydi minik dizlere.
    Tahta atlar yorgun, sessiz beklemeseydi.
    Kim hatırlar çocuk kahkahalarını şimdi?

    Beton yığını yükselmezdi göğe,
    Eski ağaçlar kökünden sökülmeseydi eğer.
    Saklambaç oynayan hayaletler dolaşmazdı.
    Salıncaklar rüzgarda boş yere sallanmazdı.
    Duvarlara çizilen resimler solmasaydı.
    Kırık dökük oyuncaklar bir kenara atılmasaydı.
    Dizler kan revan, kalpler umut dolu olmasaydı.
    Yağmur sonrası toprakta oyunlar kurulmasaydı.
    O masumiyet, o kaygısızlık yitip gitmeseydi.
    Kim inanırdı bir zamanlar oranın cennet olduğuna,
    Çocuk sesleri yankılanmasaydı her köşesinde.

    Kim anar o günleri,
    Masumiyetin ta kendisi
    Yüreklere kazınmasaydı eğer.