Sisler ardında kaybolan bir şehir,
Minareler göğe uzanır, sessiz ve mağrur.
Martılar çığlık çığlığa döner semada,
Vapurlar ıslık çalar, hüzünle yol alır.
Boğazın suları yorgun, dalgalar kırgın,
Tarihin yükü omuzlarında, asırlarca taşınan.
Kül rengi bir İstanbul sabahı, içimde bir yangın.
Taş duvarlar suskun.
Rüzgar eser, bir anı fısıldar.
Zamansız bir yolculuk.
Yüzyıllık çınarlar şahit nice aşka,
Gizli bahçelerde saklı kalmış sırlar.
Yosun kokulu sokaklarda yankılanır adımlar,
Geçmişin hayaletleri dolaşır aramızda.
Her köşe başında bir hikaye, her taşta bir iz,
İstanbul, yaşayan bir efsane, asla bitmeyen.
Her köprü bir umut, bir yakadan diğerine geçiş,
Farklı dünyalar, farklı hayatlar bir arada.
Balık ekmek kokusu, çay sesleri karışır havaya,
Kalabalıklar içinde yalnızlık, yalnızlıklar içinde kalabalık.
Bir tezatlar şehri, karmaşık ve büyüleyici,
Ne kadar uzaklaşsam da, hep geri döndüren.
İstanbul, sen benim sığınağım, sen benim yurdum,
Sen benim sevdam, sen benim kederim, sen benim her şeyim.
Her yağmur damlasında bir hatıra, her güneş ışığında bir umut,
Seninle yaşamak, seninle ölmek, seninle yeniden doğmak.
Bu kül rengi şehirde, ben bir gezgin, bir âşık, bir yabancı.
Sessizlik çöker,
Yıldızlar parlar.
İstanbul uyur.
Bir yanıt yazın