Loş peronlarda yankılanan bir yalnızlık mıydı bu,
yoksa çoktan unutulmuş vedalar mı sinmişti istasyona.
Eski bir bankta, pas tadında…
Mürekkebi kurumuş bir ayrılığın izi vardı bavullarda, zaman tanıdık bir hüznü işaret ediyordu.
Ben raylara düşmüş bir umut gibi…
Hani lokomotifi bekleyen ama yüreği sefer taslarında…
Rüzgarda saçının yüzüme düşüşünün bir anlamı olmalı,
gözünün gözümde kayboluşunun…
Sanki trene binmiş gidiyorsun da tesadüfen sızmış yüzün içime…
Yalan! Sen saate bakıyorsun, fikrin benim gidiş biletimde…
Ve ben türkçe bir şarkıyı italyanca mırıldanıyorum.
Kadın, istasyonda bir sonbahar sabahında,
elindeki solmuş çiçeğin sahibine küs, vedasından muzdarip bekliyordu…
Adam da…Beklemek hiçbir şeyi değiştirmiyordu, bazı tren saatlerinde…
Avucunda buruşmuş bir mektubu taşıyordu adam…
Kadının yüzünde bir hüzün…Hüzünlü istasyon sabahında bir veda…
Vedanın yüzünde yaralı bir aşkın hikayesi…
Soğuğun ve sessizliğin şiddeti!
Hayatı, bir başkasının gömleği gibi ütülenmiş, düzeltilmiş…
İlk sahibinin o gömlekle yaşadığı anlar, yani gömleği gömlek yapan hatıralar, bazı yaz akşamları yüzünden oluşan lekeler, ter damlayan ilkbaharlar…
Yaşananlara bir beden küçük geliyor artık hayat!
Bir gidişi anlamak için çok geç, bir bekleyişe alışmak içinse erken…
Beni hasret yerimden vurdu yine zaman…
Şimdi sana söylenecek tek cümle:
BENDE SANA GEÇ KALDIĞIM KADAR ZAMAN KALMADI…
Bir yanıt yazın