Niye susmalı öyleyse,
Konuşmak ruhun derin nefesiyse?
Hatırasını kazıyor zihnim,
Bir yanda geçmiş, bir yanda bugün,
Ve unutmak ister gibi her şeyi,
Dalmış uzak bir düşünceye.
Ben ki bir vedayı sindirmekle yoğurdum içimi,
Bir vedayı ve vedanın tüm sızılarını.
Getirdiler beni bu şehre bir akşamüstü,
Otobüsle girdim sokaklarına,
Yabancı bir yatağa uzandım – ben böyle arzuladım böyle oldu –
Otel numarası 404’tü, aklımda net kaldıysa,
Pencereden ışıklar parlıyordu, sirenler ve yorgun yüzlerle dolu sokaklar,
Uzağımdan geçiyordu bazı gölgeler de,
Soluk bir lamba yanıyordu köşede. Lambanın her yerinden,
Titrek alevler yükseliyordu,
Ve her şey o kadar belirsizdi ki, anılar
Yüzümdeki çizgileri derinleştiriyordu sanki,
Ve bütün çizgilerde koca bir hiçlik,
Benliğimin hiçliği,
Hepsi de diken gibi beni
Sarmıştı diken gibi benliğimi.
O gün uyudum sabaha kadar,
– İkinci gün kayboldu uykum –
Ve ışıklar biraz karardı,
Karardı bütün anlamsızlıklar.
Bir yanıt yazın