Son konuşmamızdan sonra numaranı sildim. Zaten ezberlememek için de, elimden geldiğince kaçınıyordum numarandan. Düşünüyorum da iyi ki ezberlememişim, iyi ki silmişim numaranı…
Hayat her gün yeni sürprizler hazırlıyor insana, dört yıllık üniversite hayatımda binlerce öğrencinin olmak istediği zirve bir konumdayken, şimdilerde dört duvar arasına sıkışmış, bırakın herkesin gözdesi olmayı, kimsenin pek göremediği bir insan haline geldim. Haliyle durum böyle olunca can sıkıntısı da had safhada oluyor. Bilirsin ben ne zaman sıkıntıya düşsem seni ararım ve sen de çok iyi kullanırsın bu zaafımı. Telefonu ilk açtığında sen de özlemişsin hissi verirsin. O kadar iyi rol yaparsın ki; inan hiçbir zaman anlayamadım, her defasında tekrar tekrar gidişinin alt zeminini hazırladığını.
Şuan görebiliyorum ama: Beni nasıl harcadığını, çok iyi görebiliyorum. Oysa ben seni merhametli bir insan sanırdım. Çöpçüler bile çok yorulmasın diye elimdeki çöple dakikalarca yürüttüğün olurdu. Kimseye kıyamazdın tabi ben hariç. Ben hariç diyorum çünkü bana yaptıklarının binde birini bile kimseye yapmamışsındır. Her gün “kavuşmamız imkansız” diye başımın etini yiyen bir insan için az bile söylüyorum. Sen bu iki kelimeye o kadar inandın ki, farkında olmadan beni kendinden soğuttun, daha doğrusu soğutmaya çalıştın.
Çok kızıyorsun bana. Ama o zamanlarda, tek sığınağı sen olan ben, sana da anlatamayınca sıkıntılarımı, gitmekten başka bir çözüm yolu bulamadım. İstemeyerek de olsa inanıyordum artık o kelimeye… Hem de o kadar inanmıştım ki pek para etmedi “gitme” deyişlerin, ben gitmeye inanmıştım ve gittim. Hesaba katmadığım bir durum söz konusuydu.
Gittiğimi zanneden ben
Daha çok gelmiştim sana.
Gittiğimi zanneden ben
Senden değil, kendimden gitmiştim…