Biz insanlar bazen çok garip olabiliyoruz. Her anımızı boş geçirebilme yeteneğimiz var hissine kapılarak, neredeyse hayatımızın büyük kısmını bu yeteneğimizi sınamaya harcıyoruz. Daha garip olan durum ise, genelde bu yeteneğimizi yarınımızı düşünmek için harcıyoruz.
Durmadan bir şeyler yapma peşindeyiz ama hiçbir zaman eyleme dökmüyoruz. Sanki birileri de tam olarak bunu istiyorlar bizden. Durmadan belirli şeylerin farkına varalım ama sadece farkındalık ile kalsın eylemler, hep geri planda kalsın. Çünkü eylemler gerçekleşirse herkes birer doktor veya birer profesör olabilir. Ama doğrusunu söylemek gerekirse bu da şu an dünya düzeninin işine pek gelmez. İnsanlar hep bir şeyleri yapmaktan korkmalı, cesaretleri kırılmalı ve düşünmekle pek uğraşmamalı ki birileri yol gösterici vazifesi yapabilmeli. Yeri geldiğinde bizleri hayvanlardan ayıran en büyük özellik düşünmemizdir ama nedense harekete geçmek için hep birilerinin gazına gelmek zorundaymış gibi hissediyoruz. Özellikle son zamanlarda halkımız için sıkça duyduğum cümlelerden biri ise gaz ile çalışan bir millet olduğumuz.
Gerçekten öyle mi? Mesela Fatih Sultan Mehmet gazla mı fethe kalkıştı veya Yavuz Sultan Selim birilerinin gazına gelerek mi hazineyi tıka basa doldurdu? Doğrusunu söylemek gerekirse bana öylesine saçma geliyor ki… Aslında verdiğim iki örnekte de, ancak çok dikkat edilerek görülebilecek bir özellik var: Bu özellik: Her iki padişahımızın da bir adım atmak için en doğru zamanı kollayan ve zaferleri için en uygun zamanı bekleyen insanlar olması. Eğer Fatih, şahin toplarını getirtmemiş olsa idi, gerçekten zafer elde edebilir miydi sizce, ya da Yavuz; gördüğü rüya için, doğru Hasanı beklemese, gerçekten Halife olabilir miydi? “Belki” diyebilirsiniz ama çok düşük ihtimaller olduğunu hepimiz biliyoruz.
Doğru zaman ve doğru adımlar her zaman bir sır gibi karşımıza çıkıyor. Hatta dönemler fark etmeksizin yüz yıllardır süregelen en önemli sırlardan ikisidir bunlar. İkisinin de buluştuğu bir nokta vardır aslında: İslam dininin de çok değer verdiği kavramlardan birisidir. Evet, bahsettiğimiz kavram tam olarak Sabır kavramıdır. Öylesine basit, bir o kadar da zor ve gizemli olan bu kelime tam manası ile bir sır. Ancak dikkat etmemiz gereken bir husus var; ne zaman harekete geçebileceğimizi kestiremiyorsak beklemenin de bir önemi yoktur.
Aşk konusu da tam olarak böyledir işte, çoğu zaman harekete geçeceğimiz zamanı pek kestiremiyoruz. Bazen eylemlerimizde geç kalıyoruz, bazen de hiç eyleme geçemiyoruz. Aşk derken, sadece iki insanın birbirine duyduğu duygular olarak algılamayın sakın. Aslında bana göre yapmaya çalıştığımız her şey birer aşktan ibaret. Kimimiz için aşk İstanbul'ken, kimimiz için öğretmen olmak veya kimimiz için bir insanken, kimimiz için bir kedi. Birilerimiz ömrünü İstanbul’u görmek için harcar, birilerimiz ise bir insana kavuşmak için. Bu konuların tamamını aşk olarak ele aldığımızda, aşka ulaşmak için hep bir şeyleri ertelediğimizi fark ederiz. Her zaman; gelip, bizleri bir adım atmak için cesaretlendirecek birilerini bekliyoruz. Bulamadığımızda ise hep yarın demekle yetiniyoruz.
Birilerini beklemek, belki atlatılabilir ama yarına erteliyorsak bir şeyleri, işimiz gerçekten zor. Çünkü bu tam olarak ne zaman harekete geçeceğimizi bilmediğimiz anlamına gelir. Birilerini beklemek bir kitap veya bir insanın yukarıda da bahsettiğim gibi gaza getirmesiyle çok rahat atlatılabilir. Ve genelde ilk adımı attığımızda aslında bunun için beklememize hiç gerek olmadığını geç de olsa anlarız. Önemli olan; geç kalmışlık durumumuzu, bir sonraki aşkımızda hatırlayarak ilk adım için gerekli cesareti gösterebilmektir.
Ertelemek mevzu bahis olunca ertelemek bu günümüzü hiçe saydığımız anlamına gelir. Çünkü; her yarın demek, hiç ettiğimiz bugünümüz demektir. Bunun da biraz farkında olarak yarın demeliyiz. Bu bize ne zaman harekete geçebileceğimiz konusunda önemli derecede yardımcı olur. Diğer yardımcı olacağını düşündüğüm bir durum ise yarınların hiçbir zaman bitmeyeceğinin sürekli hatırda tutulmasıdır. Böylelikle bu günün değerini bir nebze de olsa anlarız; sonuçta ömür, belirli bir süre üzerine kuruludur.
Eğer bu günü kullanmayı başarırsak, birçok aşkımıza da ulaşabildiğimizi görürüz. Özellikle de bir insan ise ertelediğimiz birkaç saniyenin dahi bize kazandıracaklarını, onu birkaç saniyeyle bir başkasına kaptırdığınızı düşünerek anlayabilirsiniz.
Ve bütün yazdıklarımı bir kenara atarak düşünün: 60 saniye içerisinde patlayacak, kapalı bir odada kilitli kaldınız ve sadece kapıyı içeride bulunan bir bilgisayar aracılığı ile açabileceğiniz söylendi. Acaba tek bir saniye durup erteleyeyim diye düşünür müydünüz? Hiç sanmıyorum. Ölüm korkusu bir anda bizleri harekete geçirir ve her şeyimizi ortaya koyarak nasıl çıkacağımızı bulmaya adanırız. O halde neden hayatta her zaman 60 saniyemiz olduğunu ve aşkımızı kapalı odadan kurtuluşumuz olarak düşünmüyoruz ki? Şimdiye kadar belki düşünmediniz ama şu andan itibaren düşünmek için yüzlerce bugününüz var…
“Onu birkaç saniye sonra kaybedeceğinizi bilseydiniz, Hala cesaret sorununuz olur muydu? Bence olmazdı. O halde şimdi cesaretinizi toplayarak aşkınıza yönelin… Çünkü bahsettiğimiz birkaç saniye, şuan yaşanıyor olabilir…”