Söz dönüp dolaşıp geldi yine ayrılığa. Ayrılık dediğimiz kavram belki de aşkın en saçma yanıdır. Nasıl olur da uğruna ölümü dahi göze aldığımız bir insana sonradan yabancı gözüyle bakabiliyoruz anlamak gerçekten çok zor. Ama gerçek şu ki aramızda bunu beceremeyen de yok.
Aslında ayrılık da kalbin, aşkı darağacında idam ediş şekli bana göre. Arsızlıklar baş gösteriyorsa bir ilişkide kalp, aklı da yanına alarak hemen kuruyor mahkemeyi. Akıl zaten kendisine sormadığı için ayrı bir kıl olmuş aşka hemen idam cezasını veriyor. Kalp de elinden bir şey gelmeyecek duruma geldiği için paşa paşa darağacını kurarak idam sehpasına yerleştirerek vuruyor bir tekme. Buradaki başka bir ayrıntı ise darağacında sallanan aşkın kalpte yer tutuşuna bağlı olarak hemen ölmemesi. Çoğu zamanda uzunca yıllar direniyor ancak idam kararı verilmişse kaçış yok maalesef ya ölecek ya da ölecek.
Ayrılığa bakış açısı her yazar veya şair tarafından aynı olmamış hiçbir devirde. Mesela bazıları yukarıda anlattığım gibi bakmışlar ayrılığa, bazıları ise asıl aşkı ayrılıktan sonrası olarak yorumlamışlar ve onlara göre gerçek sevenler hiçbir zaman ayrılamazlar. Sadece uzak kalırlar ve mesafeler de ayrılığa bahane değildir.
Ayrılık her zaman kötü bir şey olarak da yorumlanamaz tabi, sonuçta hepimiz en güçlü insanların yalnız insanlar olduğunu biliyoruz. Yalnızlığa alışmak başlı başına imkânsız… Diğer bir yandan ise bu insanların kaybedecek kimselerinin olamaması tam bir avantaj. Gidip yalnız kalın demiyorum, zaten bazılarımız istesek de başaramayız yalnız kalmayı, çünkü bizler sevgi bağımlısı insanlarız. Hiç değilse bile anne babamızı sonsuza kadar özleriz, hep zafiyetimizdir onlar.
Ayrılık birçok aşkın kaderinde var, bunu inkâr etmiyorum ama sizinki de herkes gibi. Siz de herkes gibi mi seviyorsunuz gerçekten? Eğer öyleyse uğraşmayın gerek yok buna, “herkes gibi olmak” zaten başlamadan bitmiş bir aşkın göstergesidir…
Kaç kelime bilirsen bil yalnızlık hep son kelimedir.