En Mutlu anın bile sonradan dayanılmaz bir acıya dönüşmesidir: AŞK… Evet, ben yazmışım bu cümleyi zamanında.
Çok mu acı çekiyordum? Hayır, aslında ama belki de zamanında acı çektiğim için tecrübe ile yazmışımdır bu cümleyi veya ikinci bir ihtimal bu şekilde öğrettikleri için. İkincisine pek ihtimal vermiyor olabilirsiniz ancak kısa bir beyin fırtınası yapacak olursa eğer âşık olmuşsanız hemen hatırlayacaksınız, her zaman çıkma teklif etme süresi veya teklif alma süresi mutluluk içerisinde geçmiştir. Tabi burada beğendiğiniz insanlardan teklif alma süresinden bahsediyorum, aksi halde beğenmediğimiz insanlardan aldığımız teklifler zaten pek umurumuzda olmadığı gibi bizlere pek duygu yaşatacağını da sanmıyorum.
Diğer taraftan baktığınızda öyle mi, özellikle de “canım, cicim ayları” dediğimiz o günler ufak tefek olumsuzluklar olsa da hepimiz çok mutluyuzdur. Peki, nasıl oluyor da bu mutluluk sonradan dayanılmaz bir acıya dönüşebiliyor hiç düşündünüz mü? Ya bize gerçekten aşkı “önce mutlu olmak, sonra acı çekmek” olarak öğrettilerse? Yoksa aşk, biz insanların tamamen kendilerini oyalamak adına uydurdukları bir öğreti mi? Ne dersiniz olabilir mi?
Hâlâ aşkın ne olduğu konusunda bir fikir birliğine varmış değiliz, peki soruyorum o halde: Daha aşkın ne olduğunu bilmezken nasıl oluyor da onu yaşamaya cesaret ediyoruz? Bütün yazarlar, şairler acılardan, kederlerden bahsederken nasıl oluyor da bile bile kendimizi bu acıların ortasına atıyoruz?
Belki de kendini kandırmanın başlangıcıdır, AŞK…