3 Nisan Perşembeydi, onunla ilk başlangıcımız, sadece bir buçuk yıl sürmüştü ve sonrasında devam etmedi, ettiremedik belki de ettiremedim.
Bu tarihin üzerinden tam beş yıl iki ay geçmiş durumda ama günlerden yine Perşembe, saat gecenin bir buçuğu falan. Sabah uykusu kadar tatlı bir uykuya dalmışken birden uyandım. Birkaç dakika sonra o aradı sınavları varmış, benimkiler bitmişti zaten üniversiteden yeni mezun olmuştum. Neyse ders çalışması gerekiyormuş kapattı ve ben uzun bir gece ile baş başa kaldım. Sonrasında ona attığım birkaç mesaj şöyle: (Bu mesajlara ondan hiç cevap gelmediğini özellikle belirtmeyim galiba.)
İlk mesaj:
“Tam dalmışken uyanıyorsun bir iki dakika arayla telefon çalıyor, belki sabah uykusu kadar tatlıyken uykundan eser kalmıyor. Bir de yetmiyormuş gibi sesi kulağında kalıyor, hadi uyu uyuyabilirsen. Hepsi bir yana kitap da okuyamıyorsun, adamın biri tutmuş ikimizden bahsediyor sanki. Mavi gökyüzüne tükürdüğüm adamı. Gerçi onlarda haklı mavi herkeste özgürlük bizde hapis; yani onlar da değil, bizde anormallik. Bu arada Vodafone 1.70 ve 1.49 liralık telsiz kesintilerinden sonra 3 lira daha kesecek bu mesajdan sonra, tarife diye yüklediğim 15 lirada yalan oldu anlayacağın.”
Mavi bizim rengimizdi. İkimiz de çok severdik maviyi ama ondan sonra pek sevdirmedi kendini mavi sadece onu hatırlatıp durdu. O yüzden mavi (gökyüzü) herkese özgürlük sembolüydü, bende ise onda hapsolmamın.
İkinci mesaj ise şöyle (Üçüncü mesajla karışık): “3 lira değil de 12 liraymış, sms paketi olmuş, bizim liralar sanki çok kullanıyormuşum gibi. Ben bu şehre gelince cenabet mi oluyorum anlamadım ki, bu arada gece gece sana niye sardım onu da anlamadım. Bir de şey dikkatimi çekti, hiç kahve içmedik niye içmedik ki acaba? Gerçi bizim Dimes (meyve suyu) vardı kafa buluyorduk ne güzel. Ha bir de söylemeden olmaz o nasıl bir rüya, ben sensiz nereye gidiyormuşum ki öyle? Bir de abartısız çok özledim galiba seni, kokunu dahi boğacakmış gibi hatırlayabiliyorum. Tek hatırladığım da bu değil aslında, yazın seninle mesajlaşacağım diye anneme yatağımı damın ayrı yerine yaptırırdım. Yine de annem sesini duyardı tuşların ben de mecbur yorganın altına girmek zorunda kalırdım. Bu defa da sıcak bir taraftan havasızlık bir taraftan bir bakardın uykuya dalardım ve senden gelen onca mesaj havada kalırdı. Ve hâlâ kalbim çok sıkışıyor benim, beş yıldır tek gitmediğim doktor kardiyoloji doktoru. Çünkü ne zaman kalbim sıkışsa sen ve yaşadıklarımız film şeridi gibi gözümün önünden geçiyor, ölüyor gibi oluyorum, ölmüyorum ama yaşıyorum da sayılmaz. Ve sanırım ben seni hiç unutmak istemedim, kendimi defalarca kandırmak pahasına…”
Tahmin ettiğiniz üzere bu mesajıma da cevap gelmedi. Telefon ile konuşurken beni rüyasında gördüğünü söylemişti. Onunla kaçarken ben onu bırakıp devam ediyormuşum, bahsi geçen rüya bu. Dimes ise meyve suyu biz onunla çok severdik Dimes içmeyi. Dam mevzusu ise Gaziantep iline has bir durum, çatı katı yerine damlar bulunur ve yazları havalar çok ısındı mı damlara yer yatağı serilerek orda uyunur.
Son Mesaj ise şöyle:
“İnsan bir defa geç kalır ve bir daha da hiç acele etmezmiş. Ben de bir defa geç kaldım sana bir daha da inandırmak için hiç acele etmedim. Elbet er ya da geç sen de bir gün inanacaksın. Bu defa sen harekete geçeceksin, umarım bu defa da sen geç kalmazsın.”
Evet, son mesaj da böyleydi işte, buna da cevap gelmedi, ben büyük umutlar besledim bu son mesaja karşı ama anladım ki gönül kırgınlığına güzel sözler para etmiyor. Durum sandığınızdan daha acı o bu yazdıklarıma dahi inanmıyor ama ben biliyorum bir gün bu kitap basılacak, o da o zaman inanacak.
Gönül kırgınlığına güzel sözler para etmiyor.