Sisli bir İzmir sabahı mıydı içimde biriken, yoksa tanışıklıklarımın yorgunluğu mu sinmişti yüzüme?
Balkonda, kahve kokusunda…
Mürekkebi kurumuş bir vedanın izi vardı parmaklarımda, saatler bir başka telaşın ritmini fısıldıyordu.
Ben askıda kalmış bir salıncak gibi… Hani rüzgarı seven ama kökleri toprak sancısında…
Dün gece sesinin telefonda titreyişinin bir sebebi olmalı, nefesinin nefesime karışmasının… Sanki itiraf etmiş ya da vazgeçmişsin de farkında olmadan dökülmüş yüzün içime… Aldanış! Sen ekrana bakıyorsun, fikrin benim hesap defterimde… Ve ben ispanyolca bir şarkıyı arapça mırıldanıyorum.
Kadın, yüzleşmenin ağır gecesinde, üstündeki ipek sabahlığın hafifliğine rağmen yorgun, kırgın yürüyordu… Adam da… Susmak hiçbir şeyi iyileştirmiyordu, böyle balkon sabahlarında… Avucunda sakladığı bir pişmanlığı taşıyordu adam… Kadının yüzünde bir hayal kırıklığı… Kırgın balkon sabahında bir sessizlik… Sessizliğin yüzünde unutulmuş bir kadının çaresizliği… Aydınlığın ve yalnızlığın keskinliği!
Hayatı, bir başkasının gömleği gibi ütüsüz, buruşuk… İlk sahibinin o gömlekle yaşadığı anlar, yani gömleği gömlek yapan hatıralar, bazı kavga lekeleri yüzünden saklanan yaralar, ter kokan yazlar… Yaşananlara bir beden küçük geliyor artık hayat!
Bir yalanı affetmek için çok geç, bir gerçeğe alışmak içinse erken… Beni vefasızlık yerimden vurdu yine kader… Şimdi sana söylenecek tek cümle:
BENDE SANA VERECEK KADAR GÜÇ KALMADI…
Bir yanıt yazın