Şiirler

  • Kanat İzleri Kaldırımda

    Gök kubbe değil artık evleri,
    Beton sardı her bir nefesleri.
    Uçuşları çizik, soluk renkleri,
    Kaldırımda kaldı kanat izleri.

    Çığlıkları yankı değil, bir fısıltı sadece,
    Korku sardı minik yürekleri sessizce.
    Ardıç kuşuydu, serçeydi, güvercindi hepsi,
    Şimdi göğe değil yere bakıyor gözleri.
    Bir zamanlar umut taşırdı kanatları rüzgarda,
    Şimdi bir gölge gibi kayboluyorlar anılarda.
    Belki bir gün yeşerir umut yeniden içlerinde,
    Ama o güne dek, kanat izleri kaldırımda.


  • BAYRAM HÜZÜNLENMESİ

    Bayramdır, herkes sevinçten uçarken,
    Benim içimde bir buruk telaş.
    Eski bayramların tadı yok artık,
    Her şey değişti, zamanla aktı.
    Yalnızlık çöktü omuzlarıma,
    Hatıralar canlandı bir bir,
    Gözlerim doldu, içim yandı.

    Bayramdır, çocuklar şeker toplarken,
    Benim çocukluğum geldi aklıma.
    O masumiyet, o coşku nerede şimdi?
    Kayboldu gitti, geri gelmeyecek.
    Her bayram biraz daha büyüdüm,
    Her bayram biraz daha uzaklaştım kendimden.
    Hayatın acımasız gerçekleri,
    Yüzüme bir tokat gibi çarptı.
    Bayramdır, ama içimde bayram değil.
    Yapay bir gülümseme yüzümde.

    Bayramdır, herkes aileleriyle bir aradayken,
    Benim ailem çoktan dağıldı.
    Kimisi uzaklarda, kimisi toprağın altında.
    O eski sofralar, o kalabalık kahkahalar,
    Hepsi birer hayal oldu artık.
    Bayramdır, ama yalnızım bu bayramda.
    İçimde bir boşluk, bir özlem var.
    Keşke her şey eskisi gibi olsaydı,
    Keşke o günlere geri dönebilseydim.
    Ama artık çok geç, her şey değişti.
    Bayramdır, ama benim için bayram değil.

    Bayramdır, herkes yeni kıyafetler giyerken,
    Ben eski anıları giyindim.
    O eski bayramlıklar, o özenle saklanan oyuncaklar,
    Hepsi birer teselli oldu bana.
    Bayramdır, ama yenilik yok içimde.
    Eskinin özlemi, yeninin telaşı var.
    Hayat bir döngü gibi, tekrar ediyor kendini.
    Ama ben aynı değilim, değiştim artık.
    Bayramdır, ama içimde buruk bir hüzün var.
    Keşke bu hüzün hiç olmasaydı.

    Bayramdır…
    Yoksa değil mi?
    Belki de sadece bir gün.
    Geçecek nasılsa…


  • Eski Bir Gramofonun Hüznü

    Rüzgar diner şimdi,
    Sessizlik çöker ağır,
    Bir anı kalır.

    Dudaklarda eski bir şarkı,
    Tozlu plak dönmeye başlar,
    Maziden bir fısıltı.

    Dudaklarda titrek bir name,
    Bir gramofonun yorgun sesi,
    Çalar durur eski aşkları,
    Kaybolan sevinçleri,
    Yarım kalmış sözleri,
    Unutulmuş gülüşleri,
    Bir de terk edilmiş bir baharı.

    Gecenin koynunda yankılanır,
    Her nota bir hasret türküsü,
    Her çizik bir anının izi,
    Zamanda yolculuk başlar,
    Gözler yaşlarla dolarken,
    Melodi kalbe dokunur derinden,
    Geçmişin hayaleti belirir usulca,
    Bir gramofonun hüznü sarar her yanı.

    Döner durur plak, bitmek bilmez,
    Bir devrin şarkısı fısıldanır sessizce,
    Hatıralar canlanır, birer birer,
    Yüzlerde beliren eski tebessümler,
    O kayıp zamanların tozlu yolları,
    Bir gramofonun hüznüyle yoğrulur anılar,
    Rüzgarın getirdiği bir melodiyle uyanır özlem,
    Yüreğe dokunan her nota bir veda busesi gibi,
    Bir gramofonun şarkısıdır bu, sonsuza dek sürecek,
    Eski bir aşkın, unutulmuş bir hatıranın türküsü.


  • Denize Fısıltı

    Dalgaların ardında ne var,
    Bilinmez bir diyar mı,
    Yoksa sadece su ve tuz,
    Ufukta kaybolan düşler,
    Gerçeğe dönüşür mü?

    Martılar çığlık çığlığa,
    Anlatır bilmediklerimi,
    Denizin sırlarını,
    Eskimeyen bir şarkı gibi.

    Rüzgarla savrulan kumlar,
    Hatıraları fısıldar,
    Geçmişten geleceğe,
    Yazılan bir mektup,
    Kim okur anlar?

    Güneş batarken kızıllık,
    Yakar içimi derinden,
    Bir umut mu saklıdır,
    Denizin dibinde yoksa,
    Sadece bir yanılsama,
    Veda ederken güne,
    Yarın yeniden doğacak mı?

    Sessizlik…

    Yakamozlar dans eder,
    Suların yüzünde nazlı,
    Aşkın bir yansıması.

    Deniz, sonsuz bir ayna,
    Kendimi gördüğüm,
    Kaybolduğum,
    Yeniden doğduğum,
    Bir labirent gibi,
    Çözülmeyi bekleyen,
    Bilmecelerle dolu,
    Gizemli bir dünya…


  • Yontulmamış Taşın Sırrı

    Bir düş gördüm, sessiz bir atölyede
    Mermer yığınları, tozlu bir zeminde
    Çekiç sesleri yankılanır derinde
    Bir usta vardı, yüzü kırışık, çileli
    Gözlerinde bir ışık, sanki bin yıllık
    Yontulmamış bir taş, kaderi bekler gibi
    Usta dokundu, bir fısıltı duyuldu.

    O taş bir heykel olacaktı elbet
    Belki bir tanrıça, belki bir kahraman
    Yüzyıllara meydan okuyacak bir anıt
    Usta biliyordu, sabırla bekliyordu.

    Her vuruş bir dua, her parça bir umut
    Taşın içindeki ruhu uyandıracaktı.

    Günler geçti, aylar, belki de yıllar
    Usta yorulmadı, usanmadı asla
    Çünkü biliyordu, sanat bir yolculuk
    Bir arayış, bir varoluş sebebiydi
    Taşın içindeki sırrı çözmek için
    Her zerresine aşkla dokundu.

    Sonunda bitti, bir şaheser doğdu
    Taş dile geldi, bir öykü anlattı.
    Ustanın gözlerinde bir damla yaş
    Sanatın gücü, ölümsüzlüğün sırrı.

    Ve sustu çekiç.

    Yontulmamış taş şimdi bir efsane.


  • Kum Saati Fısıltısı

    Kum saati usulca fısıldar;
    geçen zamanı, yitip giden anıları.
    Her bir tanesi bir hikaye anlatır,
    doğuşu, büyümeyi, ayrılık acısını.

    Sessizce akar kum, hiç durmadan,
    bir döngünün içinde, kaybolmadan.
    Hatıralar birikir, kum taneleri gibi,
    yaşanmışlıklar, kalbin derinliklerinde saklı.

    Fısıltısı duyulur, uzaklardan,
    bir melodi gibi, zamanın akışından.
    Kum saati, hayatın aynasıdır,
    geçmişi hatırlatır, geleceği işaret eder.

    Beklemek güzeldir, umutla,
    kum tanelerinin düşüşünü izlerken.


  • Paslı Çalar Saat

    Zamanın dişlileri yavaşça dönüyor
    Gecenin koynundan bir gün sökülüyor
    Eski bir şarkı usulca fısıldıyor
    Ruhum bu seste bir şeyler arıyor
    Belki bir umut, belki bir hatıra
    Dünümün izleri sinmiş toprağa
    Uyanış bir rüya gibi yaklaşıyor

    Gözlerim açılır, güneş vuruyor
    Yüzüme bir tebessüm konuyor
    Yeni bir başlangıç sanki doğuyor
    Kalbimde bir umut filizleniyor
    Yolum aydınlık artık biliyorum


  • Yıldız Tozu Senfonisi

    Sessizliğin derinliklerinde yankılanan,
    Evrenin gizemli şarkısı,
    Bir fısıltı gibi yayılıyor,
    Galaksiler arası boşlukta.
    Yıldız tozları dans ediyor,
    Ruhumun en ücra köşelerinde.
    Her bir zerresi bir anı,
    Bir umut, bir düş,
    Bir yaşamın izi.

    Gözlerim kapalı, dinliyorum,
    Bu kozmik senfoniyi.

    Her nota bir yıldızın doğumunu,
    Her suskunluk bir karadeliğin çağrısını.

    Ben ki, bir hiçliğin ortasında,
    Kaybolmuş bir gezginim,
    Yönümü arıyorum sonsuz boşlukta.
    Belki bir gün ulaşırım,
    O en parlak yıldıza,
    O en derin sırra.
    Belki o zaman anlarım,
    Evrenin dilini,
    Kendi varoluşumu.

    Ve sonra, bir sessizlik…
    Yine yıldızlar.
    Sonsuzluk.


  • Suretler Çağıltısı

    Aynalar kırık, sırça tuzla dolu,
    Yüzler maskelenmiş, hisler donuk.
    Bir çağ ki suret, özden daha soylu,
    Hakikat bir sis bulutu, boğuk.
    Kimse kimseye aynayı tutmuyor,
    Herkes kendi yansımasına tutsak.
    Gülüşler sahte, gözler birer ok,
    Bilinçaltı dehlizleri karanlık.

    Kalpler paslanmış, sevgi bir yara,
    Her dokunuş bir ürperti, bir korku.
    Yalanlar örülmüş incecik ağlara,
    Gerçekler saklanmış derin bir kuyu.
    Kimse kimseye elini uzatmıyor,
    Herkes kendi yalnızlığına sığınmış.

    Ruhlar yorgun, umut bir serap,
    Her fısıltı bir suçlama, bir sitem.
    Kimse kimseye gerçeği anlatmıyor,
    Herkes kendi kabuğunda eriyor.
    Kelimeler anlamsız, sadece sesler,
    Manası kaybolmuş, boş bir alem.

    Zaman akmıyor, sadece sürükleniyoruz,
    Bir bilinmezliğe doğru yol alıyoruz.
    Geçmişin hayaletleri peşimizi bırakmıyor,
    Gelecek bir muamma, belirsiz bir düş.
    Kimse kimseye teselli vermiyor,
    Herkes kendi kaderine boyun eğmiş.
    Hatıralar birer gölge gibi üzerimizde,
    Unutulmuş bir aşkın acısı dinmiyor.
    Kaybolmuş benlikler, unutulmuş yüzler,
    Bir boşlukta savrulup duruyoruz.
    Kimse kimseye bir iz bırakmıyor.

    Bilinçaltı bir labirent, çıkışı yok,
    Düşünceler karmaşık, birbirine dolanmış.
    Hayaller kırık dökük, tamiri zor,
    Umutsuzluk ruhumuza sinmiş, kapanmış.
    Kimse kimseye bir yol göstermiyor,
    Herkes kendi yolunu arıyor, kaybolmuş.
    Gözler yorgun, bakışlar donuk ve boş,
    Ruhlar yaralı, sevgisiz kalmış.
    Kelimeler kifayetsiz, anlatmaya yetmez,
    Herkes kendi sessizliğinde boğuluyor.

    Maskeler düşmüş, yüzler çıplak kalmış,
    Ama kimse kimseyi tanımıyor artık.
    Gözlerdeki ışıltı sönmüş, kararmış,
    Ruhlar yabancılaşmış, uzaklaşmış.
    Kimse kimseye el uzatmıyor,
    Herkes kendi köşesine çekilmiş.
    Yüreklerde bir sızı, dinmeyen bir acı,
    Hatıralar canlanıyor birer birer.
    Aşk bir yalanmış, sevda bir rüya,
    Her şey bir yanılsama, bir oyundu.

    Bilinçaltı çağrısı,
    Suretler ayrışması.
    Sessizlik artışı,
    Gerçeğin yakarışı.


  • Kum Saatinde Bir Ömür

    Kum saati gibi hayat,
    akıp giden bir an,
    dünlerin hatırası,
    yarınların umuduyla…
    Her zerresi bir nefes,
    her düşüşü bir tecrübe,
    zamana meydan okuyan,
    kaderin çizdiği yolda…
    Sonsuzluğa uzanan,
    bir yolculuk gibiyiz,
    düşe kalka ilerleyen,
    hayallerin peşindeyiz…
    Kum taneleri misali,
    savrulup giden ömür,
    değerini bilmek gerek.