Aşkın Külrengi İzleri

Ey aşk,
Sen ki yalanların en tatlısısın,
Gerçeğin paslı bıçağı sırtımda.
Sana kızmıyorum, kızmayacağım.
Hiçbir serap, çöl ortasında susayana,
Hiçbir liman, fırtınada savrulana kızamaz.
Ben kendimi ne susayan ne de savrulan bilirim.
Fakat biliyorum ki her adımım,
Seninle hiç alakası yokken,
Yüreğine bir sızı gibi dokunuyor.
Beni çöl ve fırtına gören sensin.
Sanma ki ben sevda ateşini söndürmüş biriyim.
İnsan kalbiyle taş yığınını ayıran tek hassa,
Bence aşkın ta kendisidir.
Bir hiç için ölçüsüz tutkular duyacak kadar
Hassas bir mizaç taşıdığımı sen de bilirsin.
Fakat bu tutku,
İyi kötü bir umudu kalmış gönüllere aittir.
Sen mazursun.
Çünkü tükeniş nedir, onu iliklerine kadar yaşadın.
O kadar yalnızsın ki,
Etrafında sahte gülüşlerden başka kimse yok.
O kadar unutulmuşsun ki,
Adından ancak eski anılar bahsediyor.
Eskiden herkesin dilinde bir sır gibi saklanmayı sever,
Aşk dedikodularına karışmayı kendine yakıştıramazdın.
Şimdi aşk geçtiği yerde senin adını soruyor,
Ve sen ilk giden oluyorsun.
Hatırlanmak şartıyla ne hakaretlere razı değilsin?
Gözyaşlarını bile uzun zaman mutluluk saydın.
Şimdi o da yok.
Zaman seni değil, pişmanlıklarını bile götürmüş.
Ne hazin bir halin var.
Akşamları, yalnızlık denizinde yüzmekten yorulmuş,
Kendini kıyıya vuran yorgun balıklar bile
Senin kadar acınası değildir.
Artık nefret vermiyorsun.
Zamanın acımasızlığı önünde insanları tefekküre çağırıyorsun.
Bundan bir kaç yıl evvel eski bir aşk hikayesinde
Seninle şöyle konuşmadık mı:
Ben – Kalbine yazdığın bu yalanları nasıl siliyorsun,
Bu kadar vicdansız olmaya nasıl tahammül ediyorsun?
Sen – Ne yapayım, kalbimi koruyorum. Başka ne yapabilirim?
Ben – Kendinden bu kadar fedakarlık edeceğine
Niçin sevmeyi unutmayı tercih etmiyorsun?
Sen – Sevmeyi unutsam, bir şey zannederler de beni bu hayattan silerler.
Kendisini bu kadar saçma bir mazeretle teselli ediveren,
Hakikatte tesellisi olmayan seninle görüyorsun ki
Ben hiç bir gün kavga etmedim. Sana selam verdim.
Sana acıdım. Bu kadar düşmene -acısını ben duyuyormuşum gibi- razı olmadım.
Şimdi bana -tam da senden bekleyebileceğim bir tarzda- çatıyorsun.
Devler liginde seni rakip diye almayan adam,
Bu perişan halinde sana nasıl tenezzül eder?
Artık sen benim gözümde hiçbir şeyi temsil etmiyorsun.
Ne sahte gülüşlerini, ne riyakar sevgini, ne aşk yalanlarını.
Senin nene mukabele edeyim?
Aynı kalp içinde vaktiyle sarma dolaş olduğun
Ve içlerinde fikirlerine taban tabana zıt olmama rağmen
Konuşulabilecek insanlar bulduğum gruplar bile
Seni aşkın sahtekarlığının prototipi diye gösteriyorlar.
Bana ne düşer?
İşte açıkça söylüyorum:
Ben senin kabusun,
Geceleri uykuna giren pişmanlığın,
Her an yokluğunu hissettiren şeytanınım.
Sana acıyorum. Fakat elimden ne gelir?
Çektiğin yalnızlık ıstırabına hürmeten,
Sana vaktiyle vermediğim değeri veriyorum.
Seninle ilk ve son defa olarak konuşuyorum.
Fakat hepsi bu kadar. Dediğim gibi sen, bence artık mazursun.
Seni affediyorum, ve ne yapsan affedeceğim.
Bu vaade güvenerek istediğini yap!
Sakın bu fırsatı kullanmamazlık etme!
Yalnız bil ki, sönmüş ve pörsümüş aşkına,
O kadar muhtaç olduğun ve elde etmek için ne yapacağını bilemediğin sevgiyi veremeyeceğim.
Ölü sevgiyi diriltmek ve tükenmiş kalbi kurtarmaktan acizim.
Benim hakkımda, içinde hapsettiğin şeylerin hacmini bilmiyorum.
Rivayete göre bir aşk hikayesi, rivayete göre bir roman…
Fakat sana karşı hiçbir taktiği kalmamış adamın,
Bütün bir samimiyet ve açıklıkla içini tasfiye etmesine rağmen
Söyleyebileceği her şey ve sırf sana hitap etmekle düşebileceği bayağılık
Burada toptan ve ebediyen nihayete eriyor.
İşte görüp göreceğin rahmet!


Yorumlar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir